22 Nisan 2015

Bliss Fabulous Every Day Göz Kremi


İlk göz kremi tecrübem Estee Lauder Advaced Night Repair Eye idi. Satış danışmanı yaş itibarıyla kullanabileceğim ve göz altlarımda yoğun olarak görülen morlukları giderebilecek bir ürün olduğunu söyleyerek sattı ve maalesef yine bir pazarlama stratejisinin kurbanı oldum.

Krem cildime herhangi bir zarar vermemekle birlikte fayda da sağlamadı. Bir süre sonra ben de motivasyonumu kaybettim ve kullanmayı bıraktım. 1 yıla yakın süre göz için herhangi bir ürün kullanmadım ama göz altı morluklarımın iyice dikkat çekmesiyle yeni ürün arayışına girdim ve Bliss Fabulous Every Day Eye Cream kullanmaya başladım.

Kozmetik ürün alırken hem bloglarda arama yaparım hem de ürünlerin kendi sayfalarını incelerim. Bliss hakkında Türkçe çok fazla blog yoktu ama yabancı bloglarda genelde övgüyle bahsediyorlardı. Kendi sayfasında ise diğer pek çok krem gibi onlarca iddiada bulunmadan, sadece daha nemli ve aydınlık bir göz çevresi vaat ediliyordu. Tek bir kremin hem kırışıklıkları önleyip hem morlukları gidermesi, diğer taraftan da sarkmaları azaltıp şişliği alması bana pek inandırıcı gelmediğinden Bliss'e kanım ısındı ve turuncukasa.com üzerinden 90 TL civarında bir fiyata sipariş verdim.

Bliss Fabulous Every Day Eye Cream vaat ettiği gibi göz altı morluklarının görünümünü azaltıyor ve göz çevresini aydınlatıyor. Mucize yaratmıyor ama eskiden sürekli duyduğum "aa gözaltların çökmüş, çok mu yorgunsun?" yorumlarını uzun zamandır almıyorum. Bliss'i almamla göz altı kapatıcımın bitmesi aynı döneme denk geldi, 3-4 ay kapatıcı olmadan özel gün makyajları da dahil olmak üzere gayet rahat idare edebildim. 

Özellikle ilk kez göz çevresi kremi kullanmaya başlayacaksanız, hafif yapıda bir ürün arıyorsanız ya da henüz çok kırışıklık probleminiz yoksa Bliss Fabulous Every Day göz kremini tavsiye ederim. 

20 Nisan 2015

Londra: Ne Yapmalı? Neleri Görmeli? Ne Yemeli?


2014'ün Haziran ayında gittiğimiz Londra'da 5 gece kaldık, dolu dolu ve aynı zamanda koşuşturmadan uzak bir tatil oldu. Eğer tek bir şehir gezilecekse 4 ya da 5 gece ideal oluyor, sıkılmayacak kadar kısa ama tadına varmak için yeterli bir süre bence. 

Londra'yla ilgili tüyolarımı başka bir yazıda anlatmıştım, bu yazıda gün gün nereleri gezdik, neler yaptık onlardan bahsedeceğim...

1. Gün:

İlk gün sabah Sandelman's New Europe tarafından düzenlenen ücretsiz tura katıldık. Rehberimiz çok şirin Hollandalı bir kızdı ve 3 saate yakın süre şehri yürüyerek gezdik. Bu esnada askerlerin nöbet değişim törenini izledik, Big Ben, Westminister Sarayı gibi Londra'nın simgesi olan yerleri gezdik, Buckingham Sarayı'nın karşısında yer alan St James's Park'ta oturduk, Anglikan Kilisesinin kuruluşundan büyük yangına kadar pek çok tarihi olayı eğlenceli bir şekilde öğrendik.

Öğle yemeğimizi gitmeden aldığımız tavsiyeye uyarak Princi'de yedik, pizzaları oldukça başarılıydı. Pastane kısmı da çok güzel görünüyordu. 2 kişi için 23 pound ödedik. 

Sonrasında otobüs ile London Eye'a gittik (kişi başı 21 pound). Gitmeden önce uzun kuyruklardan bahsediliyordu ancak biz gittiğimizde saatlerce süren bir kuyruk yoktu. Zaten her şey çok düzenli olduğundan kuyruklar uzun olsa da hızla ilerliyor, buradaki gibi itiş kakış olmuyor. Güvenlik görevlisi çantalarımıza bakarken nereden geldiğimizi, tatilimizin nasıl geçtiğini sordu, ayaküstü sohbet ettik. İngiltere'de insanların asık suratlı olduğundan bahsedilir ama biz çoğu zaman güler yüzlü ve yardımsever insanlara denk geldik. 

Sonrasında otelimizin olduğu bölgeye dönüp yemeğimizi orada yedik, yediğimiz fish &  chips çok iyiydi diyemeyeceğim. Londra'da fish& chips nasılsa güzel olur diye düşünerek gitmiştim, biraz hayal kırıklığına uğradım. 

Bir de hazır yeri gelmişken söyleyeyim, Londra'da çoğu yer self servis, garsonlar sadece boşları topluyor. Hatta bir seferinde dışarıda otururken içeri girip şişe şarap siparişi verdim, koltuğumun altında bir şişe şarap, elimde kadehlerle bardan sepetlediler beni o derece:)

2. Gün:

Londra'daki ikinci günümüze British Museum'u gezerek başladık. İngiltere'nin en güzel yanlarından biri müzelerin ücretsiz oluşu, böylece sanata doyduk diyebilirim. British Museum kocaman ve muhteşem, tüm bölümlerini gezemedik ama gezdiğimiz galeriler şahaneydi. Efes'ten giden Artemis Tapınağı'nı görünce ise içim acıdı, Türkiye'den koskoca tapınağı alıp götürmüşler resmen. 
Kaynak: www.7wonders.org

Öğle yemeğimizi Pret A Merger'dan aldığımız sandviçlerle Hyde Park'ta yedik. Londra'da her köşe başında kahve, kruvasan, sandviç bulabileceğiniz bir Pret a Merger var, ben sandviçlerini çok beğenemedim, yavan geldi ama sayelerinde aç kalmayacağınız garanti. Sandviç konusunda Marks & Spencer'ın gıda kısmı oldukça başarılı, fiyatlar 2-4 pound arasında değişiyor, çoğu zaman cips ve içecekli menüler daha uyguna geliyor. Tesco da aynı şekilde sandviç almak için güzel bir alternatif.

Hyde Park ise biz Türklerin zihinlerinde canlandıramayacağı kadar devasa, bizim şansımıza Londra güneşli ve sıcaktı, çok keyifli zaman geçirdik. Sonrasında Knightsbridge bölgesine gittik, burası Londra'nın krema tabakasının yaşadığı yer, her yer çok şık ve göz alıcı. Meşhur Harrods mağazası da bu bölgede. Yan yana kafelerin olduğu bir sokakta tapas bar bulduk, özellikle kokteyl menüsü başarılıydı. Oradan Piccadilly'deki kalabalığa karıştık, sonrası zonklayan ayaklarla otel:)
Kaynak: www.bbc.co.uk
3. Gün:

Üçüncü güne yine müze ziyaretiyle başladık, şehrin göbeğinde bulunan National Gallery ve National Portrait Museum'a gittik, tadını çıkarana kadar dinlene dinlene gezdik. Gitmeden ismini not aldığım Leon Bruxelles isimli midyecide sarımsak ve beyaz şarap soslu midye yedik. İlk defa midyeyi bu halde yedim, deniz ürünleri sevenlere tavsiye ederim. Tatlı olarak ise My Old Dutch'ta Nutellalı pancake yedik. Pancake dedikleri en azından benim bildiklerimden farklı olarak krepe benzer, tabak boyutlarında bir şey ve hem tatlı hem de tuzlu olarak servis edilebiliyor. Bizim boş anımıza mı denk geldi bilmiyorum ama My Old Dutch'ı bulmak zor oldu, metrodan çıktıktan sonra bayağı yürüdük. Fark ettiğiniz üzere üçüncü gün bayağı bayağı yemeye verdik kendimizi:)

Covent Garden taraflarında The Tea House isminde çay satan küçük bir dükkan bulduk, hem kendimize hem de ailelere hediyelik çay aldık. Başka yerlerden de alırız diye çok fazla almamıştık, sonrasında o kadar düzgün bir yer bulamadık, marketten aldığımız çaylarla dönmek zorunda kaldık. 
Kaynak: www.coventgarden.co.uk
Akşam yemeğimizi opera binasının yakınında ismini maalesef hatırlamadığım bir İtalyan restoranında yedik. Beyaz peçeteli, masaya oturur oturmaz ekmek ve tereyağ ikram edilen, sürekli bir isteğiniz var mı diye soran papyonlu garsonların olduğu bir restorandı. Pizza, makarna ve biraya 22 pound verdik, mideler bayram etti. İtalyan restoranları çoğalsın, tüm dünyayı ele geçirsinler, o kadar hastasıyım İtalyan mutfağının:)

4. Gün

Son tam günümüzde şehir rehberinde olan ve yapmadığımız şeylerin listesini çıkararak başladık işe. Sabah erken saatlerde şehrin otelimize göre nispeten uzak kısmına geçerek önce St Paul Katedralini gezdik. Ben kilise, katedral gezmeyi sevenlerdenim, St Paul de oldukça heybetli bir yapı, gidip gördüğüme sevindim.

Oradan Tower Bridge'a gittik, köprünün üstünde bir tur attıktan sonra Tesco'dan sandviçlerimizi alıp küçük bir parka oturup geleni geçeni izledik. Bulunduğumuz bölge iş hayatının, daha doğru bir ifadeyle beyaz yakalıların olduğu bir bölgeydi, öğle arasında şortla koşan insanları gördükçe uyuşukluğumdan utandım. 

Knightsbridge bölgesini çok sevdiğimiz için otobüsle bir kez daha oraya gittik, National History Museum'u gezdik. Müze benim için biraz hayal kırıklığıydı, daha çok çocuklara yönelik bir müzeydi, British Museum'dan sonra beni pek etkilemedi. 

Otele gidip marketten aldığımız sandviçleri yedik, sonra Hard Rock Cafe'ye gittik. Kokteylleri her zamanki gibi çok güzeldi, mağaza kısmı da fiyat olarak bana uygun geldi, turistik yerlerden ıvır zıvır yerine buradan hatıra bir şeyler aldık. Erkek t-shirtleri 16-18 pound civarındaydı, çocuk ürünleri ise 8-12 pound arasındaydı. 

Vee dönüş...

Londra en çok merak ettiğim şehirlerin başında geliyordu, Roma kadar aşık olmasam da hayal kırıklığına uğramadım. İmkanınız ve zamanınız olursa gidip görmeli...

Not: Londra fotoğraflarını maalesef bulamadığım için internetten indirdiğim fotoğrafları ekledim:(

3 Nisan 2015

Kullandığım Saç Bakım Ürünleri


Saçlarım ezelden beri kuru, sert, mat ve gürdür. Hiçbir zaman ipek gibi saçlarım olmadı, daha ilkokul çağlarındayken saç kremiyle tanıştım, Dalin benim için civcivli reklamdan ötesine geçemedi:) Üstüne röfle ve boya da eklenince saçlarım iyice kurudu ve kırıldı. Bu nedenle son 5 yıldır düzenli olarak saç bakım ürünü kullanıyorum. Geçtiğimiz yıl kullanmaya başladığım Toni & Guy'ın Yeniden Yapılandırıcı Saç Maskesi benimki gibi iflah olmaz, kabaran, kuru ve mat saçlar için son derece faydalı bir ürün.

İlk zamanlar maskeyi her yıkamada saç kremi yerine kullanıyordum, şimdi bir yıkamada maske diğerinde saç kremi şeklinde sıraya soktum. Yumuşaklık açısından fark edilir şekilde etkisini gördüm ama benim için daha da dikkat çeken kısmı saçlarımın kabarmasını engellemesi oldu. Elektriklenen, tüy tüy olan saçlarıma çare oldu resmen. Bazılarınız için çok anlamsız görünebilir ama benim gibi banyodan sonra saçlarınız kabarmasın diye bereyle uyumak zorunda kalanlardansanız bu ürün tam size göre.

Fiyat olarak 40-45 TL bandında ancak ben Watsons ve Gratis indiriminde denk geldikçe stoklayarak alıyorum, şimdiye kadar 25 TL'den fazla ödemedim ki böyle bir ürün için gayet makul bence. 



Kullandığım diğer ürünlere gelecek olursak Urban Naturals'ın Collagen Sıvı Saç Kremi ve Serumundan da son derece memnunum. Birkaç saç uzmanından duyduğum kadarıyla genel kanının aksine saçlar nemliyken daha çok kırılıp kopuyormuş, o yüzden saçlarım yıpranmasın diye sıvı saç kremini duştan sonra saçıma sıkıp, saçımı öyle tarıyorum. 

Serumu da saçımı taradıktan sonra, köpük vs sürmeden önce kullanıyorum. Serumu ayrıca fön çektirdikten sonra elektriğini alsın diye ya da gün içinde saçlarımın kabardığını hissettiğimde de kullanıyorum. Kalıcı şekilde saça faydası oluyor mu bilmiyorum ama saça anında parlaklık ve yumuşaklık veriyor. Sıvı saç kremi 15 TL, serum ise 25 TL civarlarındaydı son aldığımda, sürekli kullanmama rağmen 6 aydan fazla gidiyor. 

1 Nisan 2015

UNO Donmuş Ekmek


Evimin konumu dolayısıyla yol üzerinde bakkal ya da büfe olmadığından, sadece ekmek almak için süpermarketin otoparkında yer bulmak ve kasa kuyruğuna katlanmak zorunda kalıyordum. Arkadaş ortamında varlığından tesadüfen haberimin olduğu UNO'nun donmuş ekmekleri 2 yıldır mutfakta en büyük kurtarıcım oldu.  Real'de satıldığını söylemişlerdi ama ben bir türlü bulamadım. En sonunda Metro Grossmarketlerde bu muhteşem teknolojiyle tanıştım.

Donmuş ekmek diye bahsettiğim şey aslında yarı pişmiş ekmekler. Derin dondurucudan çıkardıktan sonra 15-20 dakika çözünmesini bekliyorsunuz, sonra önceden ısıtılmış fırında 7-8 dakika üstü hafif kızarana kadar pişiriyorsunuz. O esnada evi muhteşem bir ekmek kokusu kaplıyor tabii. 

Ürün yelpazesi oldukça geniş, biz genellikle 1/2 Fransız Bageti alıyoruz. Bu bagetler Tadım Pizza'da yediğiniz sandviç ekmeklerinin aynısı. Duruma göre sandviç yapıyoruz ya da dilimleyerek yemeğin yanında servis ediyoruz. Bizim aldıklarımızın dışında daha küçük bagetler, paniniler, çapatalar da var, hatta son gittiğimizde çoğunun kepeklisi, tam buğdayı da çıkmıştı.

4'lü paketlerde satılan 1/2 bagetlerin fiyatı 3-4 lira gibiydi. Biz gittiğimizde 3-4 paket birden alıyoruz ve 2-3 ay boyunca ekmeksiz kaldığımızda imdadımıza yetişiyor. Şiddetle tavsiye ederim:)