29 Mayıs 2015

Edinburg'da Sonbahar


Londra'ya gitmek için 6 aylık Birleşik Krallık vizesi almıştık ve hazır vizemiz varken nereye gitsek diye araştırma yaparken uygun fiyatlı Edinburg bileti bulduk. Giderken THY'de biriken millerimizi kullandık, dönüşte ise çok çok uygun fiyatlı EasyJet uçuşuyla Bodrum'a geldik, sezon olmadığı için yine ucuz bir Pegasus uçuşuyla da Ankara'ya indik. Uçak konusunda tavsiyem uçuş özellikli kredi kartlarınızda, Miles&Smiles ve Pegasus Plus gibi havayolu şirketlerinin kartlarında biriken puanlarınızı ve kampanyaları düzenli olarak takip etmeniz, örneğin Pegasus Plus'ta biriken puanlarımız sayesinde kişi başı sadece 45 TL'ye Bodrum-Ankara bileti aldık.  

Burada bir de THY'nin mil programı olan Miles&Smiles için kısa bir uyarıda bulunacağım. Miles&Smiles'ta puanlar TL olarak değil, "mil" üzerinden birikiyor ve harcamalarınızı da mil üzerinden yapıyorsunuz. Örneğin Ankara-Edinburg uçuşu için 10.000 mil gerekiyor ve ekonomi kısıtlı sınıfı olarak geçen bu sınıfta eğer mil programı için ayrılan kontenjan dolu ise istediğiniz tarih veya saat için bilet alamayabiliyorsunuz. Eğer kontenjan sıkıntısı yaşamadan istediğim uçuşu seçebileyim derseniz bu sefer 15.000 mil ödemeniz gerekiyor. Miller ise sadece havayoluna ait kısmı karşılıyor, yani vergi ve harçlar için sizin ayrıca ödeme yapmanız gerekiyor. Biz Ankara-Edinburg için tek yön 210 TL civarında ekstra ödeme yapmıştık. Geçtiğimiz günlerde Miles&Smiles özellikli bir kredi kartı alan arkadaşımın bu durumdan haberi yokmuş, millerin tüm bileti karşıladığını zannediyormuş, o yüzden yeri gelmişken ayrı bir paragraf açmak istedim.

Edinburg'a dönecek olursak, biz Ekim ayı sonunda gittik, hava 6-12 derece arasında değişiyordu. Nemi ve rüzgarı da düşünecek olursak gezmek için sınırda bir havaydı, hazırlıklı gittiğimiz için sıkıntı olmadı ama daha ılık zamanlarında daha keyifli olabilir.

Bir yurt dışı klasiği olarak Ibis Hotel Centre South Bridge'de kaldık. Bu oteli kesinlikle çok tavsiye ederim, yeri muhteşemden de öte, yepyeni, tertemiz, çalışanlar her zamanki gibi güler yüzlü. Hep söylediğim gibi Ibis otelleri konforlu değil ama yurt dışı tatilleri için son derece hesaplı ve kullanışlı; varsın minibarı, terliği, dikiş seti olmayıversin diyenlerdenseniz bu alternatifi bir kenara yazın derim. 

Havaalanından şehre Airlink 100 otobüsüyle kişi başı 7 pounda geldik (gidiş-dönüş), etrafı seyretmesi keyifli ve kısa sayılabilecek bir yolculuktan sonra merkez tren garında (Waverly Station) indik. Oradan otelimiz 10-12 dakikalık yürüme mesafesindeydi. Otele eşyalarımızı atıp hemen şehrin en merkezi noktası olan Royal Mile caddesine 2 dakika yürümeyle ulaştık. Boydan boya caddeyi yürüdük, Arthur's Seat denilen şehrin en yüksek tepesine doğru tırmanışa geçtik ama yorgunluk ve soğuk nedeniyle yarıda kestik. Sonrasında Royal Mile'ın üstündeki St Giles Katedralini gezdik, merkezi olduğu için önünden geçerken girebilirsiniz ama onun dışında görmemek kayıp değil bence. Oradan otelin son derece hoş barına geçip, bir şeyler içerek günü tamamladık.

Ertesi gün Patisserie Valerie adlı bir pastanede kahvaltımızı yaptık. Londra'nın aksine burada çok fazla self servis mekan yok, güleryüzlü garsonlar size hemen yardımcı oluyor. Toplam 14 pounda eşim reçel ve çırpılmış yumurta yedi, bense kruvasanımdan vazgeçmedim ve tabii ki eşim için kahve ve benim için earl grey çay da söyledik. Çok şirin bir mekandı, ertesi gün de kahvaltımızı orada yaptık.

Sonra Londra'da olduğu gibi Edinburg'da da Sandeman's New Europe tarafından düzenlenen ücretsiz turlara katıldık. Buradaki rehberin İskoç aksanı çok hafif zorladı bizi ama onun dışında yine son derece faydalı bir tur oldu. 

Tur esnasında geçmişte oldukça sık olan cadı avı hikayelerinden, sahibi öldükten sonra mezarının başında 14 yıl boyunca bekleyen Greyfriars Bobby isimli köpekten, suçluların kulağından çivilenmesi cezasından ve tabii ki İskoçya'nın bağımsızlığını kazanmasından bahsetti rehberimiz. 2 saatte şehre ilişkin neredeyse tüm önemli olaylar kişiler hakkında detaylı olmasa da bilgi edindik. 

Öğle yemeğini Biblos'ta yedik, Londra'da sevmediğimiz fish&chips burada muhteşemdi, içkilerle birlikte 24 pound ödedik buraya. Edinburg'da gözüme çarpan şey ise insanların son derece sakin, güleryüzlü ve yardımsever oluşuydu. Restoranlar da benzer şekilde hiç kalkmadan saatlerce oturabileceğiniz kadar huzurluydu.

Sonra ver elini Edinburg Kalesi, gerçekten çok büyük ve güzel manzaraya sahip bir kale.  Pek çok farklı kuleden/bölümden oluşuyor. Çok tepede olduğundan pofidik montlar, atkılar, kulaklıklar bile kurtaramadı, soğuktan yüzümüz uyuştu, gezmediğimiz 1-2 bölümü oldu. Bir de tabii onların özgürlük mücadelesine çok hakim olmadığımızdan bazı kısımlar bizi çok etkilemedi ama İskoçlar için eminim çok özel ve etkileyicidir.  
Edinburg Kalesinden Şehre Bakış
Planlarımızda Viski Müzesini gezmek vardı ama sanırım cimri anımıza denk geldi, kapısından döndük:) Yeri gelmişken İskoçya'da viski oldukça pahalı, hiç duymadığımız markalar 40 pounddan başlıyor, azıcık aşına olduklarımız 60 pound civarında, özel olanlar ise sadece vitrinde bakmalık:) Viski içeriz ve alırız demiştik ancak elimiz boş döndük. Benzer şekilde kaşmir ürünler de öyle. Uyduruk sayılabilecek turistik bir yerden alacağınız en ucuz kaşmir atkı bile 20 pounddan başlıyor, azıcık eli yüzü düzgün bir şey olsun deyince 200 TL'yi buluyor bir atkı. O yüzden kaşmir hayallerimiz de başka bir bahara kaldı. 

İskoçya'daki son günümüzde ise otobüsle 1 saatlik mesafedeki Glasgow'a gittik. Gitmeden önce haritaya hiç bakmamıştık, nerelere gidilir diye bir araştırma da yapmamıştık, hal böyle olunca otobüsten inince bir süre nereye düştük biz şeklinde kalakaldık. Sonra kendimize bir yöne belirleyip ilerledik,  şansımıza İstiklal Caddesi gibi hareketli bir caddeye çıktık. Hemen kendimizi McDonalds'a atıp hem sıcak bir şeyler içtik hem de kablosuz interneti kullanarak nerelere gidebiliriz diye bakındık. Katedrali çok övüyorlardı ki bence övülecek kadar vardı, en çok etkilendiğim yapılardan biri oldu. Biz tabii yeri yönü çok bilemediğimiz için biraz fazla yürüdük ama değdi, farklı katlarda yer alan şapellerden oluşan devasa bir yapıydı, gotik tarzı mimarisi de beni çok etkiledi. Sonrasında TGI Friday's ve Hard Rock Cafe'de lezzetli yemekler yedik ve başarılı kokteyller içtik. 

Glasgow Katedrali
2 şehri karşılaştırmak gerekirse ben Glasgow'u daha çok sevdim. Edinburg tarihi yönü çok kuvvetli, masalsı ve sakin bir şehirken Glasgow daha çok iş ve öğrenci merkezli bir şehir. Turistik olarak Edinburg güzel olsa da yaşamak için Glasgow'un hareketli sokakları bana daha cazip geldi..

Son gün öğleden sonraydı uçağımız, sabahı İskoçya Müzesini gezerek geçirdik. İngiltere'de olduğu gibi burada da müzeler ücretsiz ve ben buna bayılıyorum:)

Biz mevsim ve zaman sıkıntısı nedeniyle katılamasak da İskoçya'ya gidecekler için Highland Turlarını çok tavsiye ediyorlar. Edinburg'un merkezi bile doğa anlamında muazzam, o yüzden güzel olabileceğini düşünüyorum. Bir de Edinburg'un ara sokaklarında "close" adı verilen, eskiden hasta ve fakir insanların yaşadığı daracık sokaklar var, akşamları bu sokaklarda farklı hayalet turları düzenliyorlar. Ben hafiften korkak olduğum için gidemedim ama korku/gerilim tarzı şeyleri sevenler için cazip olabilir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder