25 Şubat 2015

İşbankası Maximiles Kredi Kartı


2011 yılından beri İş Bankası Maximiles kredi kartı kullanıyorum ve son derece memnunum. Arkadaş ortamlarında tavsiye ediyorum ama burada anlatmak konusunda biraz tereddüt yaşadım. İşin içinde para ve tabii ki piyasanın kurdu bankacılar var sonuçta, beklenmedik sıkıntılar yaşanabiliyor. Ben deneyimlerimden bahsedeyim, gerisi her zamanki gibi size kalmış.

Maximiles kartın bence en önemli özelliği direkt TL olarak puan biriktirmesi. Böylece mil hesaplamak gibi bir derdiniz olmuyor. Milleriniz yetmezse avans mil kullanarak bilet alıyorsunuz, 1 yıl içinde avans millerinizi kapatamazsanız herhangi bir faiz vs uygulanmadan hesabınızdan kesiliyor ki şimdiye kadar sadece 1 kez avans mili kapatamadığım durum oldu. Aslında onun sebebi de normalde Maxipuanlarınız mile çevrilirken, avans kapatma süresinde Maxipuanların mile çevrilememesi. Onun da şöyle bir güzelliği oldu, hesabımdan 95 TL kesildi ama zaten 1 yılda o kadarlık Maxipuan biriktirmiştim, avansı kapattıktan sonra onlar da mile dönüştürüldü ve mil biriktirmeye sıfırdan başlamadım.

Bir de Miles&Smiles gibi uçuş kartlarında belli sayıda koltuk mil programına açılıyor (aksi halde daha fazla mil harcamak zorundasınız), bu nedenle istediğiniz gün ve saatteki uçuş için bilet alamayabiliyorsunuz. Maximiles ile parayla alışveriş yaparcasına istediğiniz havayolundan istediğiniz sınıfta bilet alabiliyorsunuz. 


Kaynak:www.maximiles.com.tr

Maximiller Avrupa uçuşlarında 1,5 kat, Amerika uçuşlarında ise 2 kat değerli. Basit bir hesapla 450-500 TL'lik bir Avrupa uçuşu için 300 TL değerinde Maximil yeterli oluyor. Bu miktar duruma göre benim 10-14 ay arasında biriktirdiğim bir miktar olduğu için çoğu zaman avans mile dahi ihtiyaç duyulmuyor.

Biz eşimle 2 tane Maximiles kredi kartı alıp, birbirimize de ek kart çıkarttırdık. Harcama kalemlerini böldük, ekstra hiçbir harcama yapmadan 1 yıl içinde ikimizde de ortalama 250-300 TL'lik puan birikiyor ve bu sayede her yıl yurt dışına birer gidiş-dönüş bileti alıyoruz. Ben yurt içinde ödül bilet kullanmayı pek tercih etmiyorum, biraz boşa gitmiş gibi geliyor.

Kart ücreti konusunda ise eşim maaş müşterisi olduğu için ondan ücret kesilmiyor, benden ise ücret kesiliyor ancak müşteri hizmetleri ile telefonla görüşüyorum, yaptığım harcama miktarı yeterli bulunduğu için nakit olarak tekrar kartıma iade ediliyor. 

Ben yurt dışı planlarımızı en az 2-3 ay önceden yapıyorum, bu sayede uygun fiyatlı biletler bulup Maximiles ile yol parasını bedavaya getiriyorum. Size de tavsiye ederim:)

23 Şubat 2015

Şeker Hamurlu Kurabiye


Rüzgar'ın Doğum Kurabiyeleri

2 yıl önce Zeynep'in baby shower partisinde "Pekolata"nın yaptığı şeker hamurlu kurabiye ve cupcake'ler ile tanıştım. Tam da yeğenimin olacağını öğrendiğim bir döneme geldi ve "keşke ben de onun doğumunda kurabiye yapsam, anı kalsa" dedim ve kendimi internetin kollarına attım.

Pastacılık konusunda internet derya deniz, çok fazla online alışveriş sitesi ve blog var. 1 ay kadar araştırma yaptıktan sonra Ostim Pastacılık Dünyası'na gidip ilk malzemelerimi aldım ve şeker hamuruyla maceram başladı.

Öncelikle şeker hamuru ve pastacılık malzemeleri bütçeyi biraz zorluyor. El becerisi denilen şey bana pek uğramadığından her şekil/figür için kalıp almam gerekti. Hal böyle olunca 2 kez Pastacılık Dünyası ziyareti ve 3 internet alışverişi ile farklı konseptlerde kurabiye yapabilecek duruma geldim. 

Benim yaptığım kurabiye tarifi Kanaltürk'te yayınlanan "Tatlı Sürprizler" programından alıntı (İzlemek isteyenler için: Youtube). Programı izlerken sürekli durdurup detaylı şekilde not aldım ve birkaç deneme yanılmadan sonra sonuç garantili aşağıdaki tarife ulaştım.

Malzemeler:

250 gr margarin (oda ısısında yumuşamış)
250 gr pudra şekeri
2 yumurta
1 tane Dr Oetker sıvı vanilya özütü
350-450 gr un
1 çay kaşığı karbonat
1 tatlı kaşığı tarçın (isteğe göre)

**Yağ ve pudra şekerini krema kıvamına gelinceye kadar çırpıyoruz.

**Vanilyayı ekleyip çırpmaya devam ediyoruz.

**Yumurtaları yavaş yavaş yedirerek ekliyoruz.

**Unu ve karbonatı birlikte eleyerek yavaş yavaş ekliyoruz (Unu ilk başta 350 gr ile başlayıp kıvamına göre artırıyoruz).

**Ben kokusu ve tadı güzel olsun diye tarçın da ekliyorum ama kurabiyelerin biraz rengi dönüyor. Karar sizin.

**Hamur toparlanmaya başlayınca unlanmış tezgaha alıyoruz ve hamuru alttan üste yoğuruyoruz.
**Hamur elimize ve tezgaha yapışmayıncaya kadar azar azar un ekliyoruz. Bu aşamada unu çok fazla eklememek gerekli yoksa açarken hamur çatlayabiliyor.

**Elimizin tersiyle hamura bastırdığımızda yağ izi kalıyor ama hamur yapışmıyorsa kıvamı tamamdır.

**Hamuru streç filme ya da buzdolabı poşetine sarıp 30-35 dk buzdolabında dinlendiriyoruz. 

**Hamuru küçük parçalar halinde torbadan çıkarıp merdaneyle 0,7-0,8 mm kalınlığında açıyoruz.

**Yağlı kağıt serilmiş fırın tepsisine yerleştiriyoruz. Bir hamurdan 3-4 tepsi kurabiye çıkıyor, aynı pişirme kağıdını kullanıyorum ben.

**Önceden ısıtılmış 160 derece fırında 12-13 dk rengi çok dönmeden pişiriyoruz. Kurabiyelerin içi hafif ıslak gibi oluyor, dinlenince kendini topluyor.

**Tel ızgaranın üzerinde dinlendirip süsleme aşamasına geçiyoruz.(Ben şeker hamurunu direkt suyla kurabiyeye yapıştırıyorum.) 

Rüzgar'ın 1. Yaşgünü Kurabiyeleri

Ufak İpuçları:

**Lezzet için tereyağ her zaman tercih nedeni ancak kaptaki Becel'i çırpmak daha kolay.

**Yağ, pudra şekeri ve yumurta mikserle çırpılabilir ama un ekledikten sonra en rahatı direkt elle dalmak.

**Kalıpla şekil verdikten sonra tepsiye taşımak zor oluyor. O yüzden kalıptan azıcık büyük parçaları tepsiye alıp orada kesilebilir. Veya direkt pişirme kağıdının üstünde açılıp, kalıpla kesilip pişirme kağıdı tepsiye taşınabilir.

**Normal kurabiyeye göre kabarmıyor ancak az da olsa genişliyor. Şeker hamurunu kalıpla kestikten sonra kurabiyenin üzerine tam denk gelmeyebiliyor. O yüzden hamuru kalıpla keserken sağa sola sallayarak biraz küçültmek lazım ki kabarma payı kalsın.

Oya ve Eray'ın Nişan Kurabiyeleri
Süsleme kısmı için bloglarda, instagramda çok fazla fotoğraf mevcut.Biraz hayal gücü, biraz da kalıp katkısıyla çok güzel kurabiyeler ortaya çıkarmak mümkün. 


Etli Kuru Patlıcan Dolması


Geçtiğimiz günlerde heves edip kuru patlıcan dolması yapmıştım, tadında bir sıkıntı yoktu ancak özelliği olan bir yemek de olmamıştı. oda arkadaşımın tane sumak tavsiyesi ve birkaç internet sitesinden derlediğim yeni bir tarifi denedim dün ve oldukça güzel bir dolma oldu. Buyurun tarifi:




Malzemeler:
20-25 tane kuru patlıcan
350 gr az yağlı kıyma
1 orta boy kuru soğan
2 diş sarımsak
1 çay bardağı pirinç
1 yemek kaşığı domates salçası
1 yemek kaşığı tatlı biber salçası
1/2 yemek kaşığı acı biber salçası
1 yemek kaşığı tereyağ
1 tatlı kaşığı nar ekşisi
1 tatlı kaşığı nane
1 çay kaşığı sumak
Karabiber
Pul biber
Tuz

Sos için:
1 çay bardağı tane sumak
1 yemek kaşığı domates salçası
1 yemek kaşığı tatlı biber salçası
2,5-3 su bardağı sıcak su

**İlk olarak tane sumakları 1,5 su bardağı kaynamış suda ağzı kapalı demliyoruz. Diğer hazırlıkların yapılması ve dolmaların tencereye dizilmesi esnasında 45 dk-1 saat sıcak suda kalması iyi olur.

**Kuru patlıcanları kaynar suya atıp 15-20 dk haşlıyoruz. Çok yumuşamasın, doldururken yırtılabiliyor. Sonrasında süzüp soğuk sudan geçiriyoruz. 

**Diğer tüm malzemeleri bir kapta iyice yoğuruyoruz. 

**Dolmaları üstten 1 parmak boşluk kalacak şekilde doldurup ağızlarını birbirine yapıştırıp orta boy bir tencereye diziyoruz. 

**Tane sumakların suyunu süzüp üzerine 1-1,5 su bardağı su ekliyoruz. Salça ve tereyağını da ekleyip iyice karıştırıyoruz. 

**Suyu dolmaların üzerinde gezdirip kısık ateşte 25-30 dk pişiriyoruz. (suyunu çekmezse pişmesine yakın ağzı yarı açık şekilde orta-harlı ateşte suyunu çektirebilirsiniz)

**İçinde ve suyunda sumak ve nar ekşisi olduğu için bariz bir ekşi tadı var, o yüzden yanına yoğurt yakışıyor:)

Not: Tane sumak aktarlarda satılıyor, ben kilosu 40 TL'den 250 gr aldım, beni 4-5 yemek götürür gibi duruyor.


19 Şubat 2015

The Balm Hot Mama Allık


Kaynak:www.thebalm.com
The Balm markasını Gratis mağazalarında sürekli görüyordum ancak bir türlü cesaret edip alamamıştım. Ambalajları eğlenceli olmakla birlikte bende H&M gibi "öylesine" bir kozmetik markası imajı uyandırıyordu. Ekim ayında Gratis'in tüm ürünlerde %50 indirim yaptığı bir gün The Balm Hot Mama allık aldım ve tahminimden daha başarılı çıktı.


Kaynak:www.thebalm.com

Makyaj konusunda çok profesyonel sayılmam o yüzden diğer bloglardaki gibi teknik ayrıntı beklemeyin, sadece deneyimlerimi paylaşacağım. Allığın rengi pembe-şeftali arası bir ton, özünde parıltılı bir yapısı var. Parıltılı olmasına rağmen hem gece hem de gündüz kullanımına uygun, ciltte son derece sağlıklı bir görünüm yaratıyor. En çok övgü alan kısmı ise yüzümde aydınlatıcı uygulamışım gibi bir etki yaratması. Altına BB veya CC krem uyguladığımda oldukça hoş duruyor, hatta bazsız kullandığımda da Heidi gibi durmuyor, güzel dağılıyor. Fiyatı da özellikle Gratis'in indirimli zamanlarında gayet uygun. Sevgililer günü, bayram, anneler günü gibi bir indirim döneminde alıp denenmeli.

Amsterdam Experience


Amsterdam'a ilk olarak iş nedeniyle gitmiştim ve Ocak ayındaki dondurucu soğuğa rağmen aşık olmuştum. Bu güzelliği eşimle paylaşmadan olmazdı ve 2013 Mayıs'ında vurduk kendimizi yollara.

Biletleri her zaman olduğu gibi İş Bankası Maximiles kartımızda biriken miller ile aldık ki ilk fırsatta onunla ilgili ayrıca yazacağım. Sonrası malum vize süreçleri. İtalya'da olduğu gibi Hollanda vizesi için de Idata aracılık yapıyor. Evraklarla birlikte randevu almadan gittiğinizde 1 saat içinde işleminizi halledebiliyorsunuz. Ben genelde öğle arasının bitiminde gidip kapıda sıraya giriyorum, 2 sefer de sıra anlamında sıkıntı yaşamadım ama bu işler belli olmaz tabii.


Vize konusundaki tek sıkıntım fotoğrafla ilgili oldu, 10 ay önceki vizelerde aynı fotoğraf olduğu için Idata ofisindekiler fotoğraflarımızı kabul etmedi. Akşam eşimle fotoğraf çektirdik ama ne tesadüf ki benim fotoğrafım eskisiyle birebir aynı oldu. Biometrik fotoğraf şartlarını taşısın sonradan uğraştırmasınlar diye saçımı toplayayım, yakalı bir şey giymeyeyim, takı takmayayım derken aynı pozu vermişim. Ertesi gün yeni fotoğraflarla gittiğimde görevli yine itiraz etti, fotoğrafçının fişini gösterdim, birkaç yerdeki farklılıkları gösterdim, en sonunda yan tarafındaki kızcağız "hanımefendiyi daha fazla uğraştırmayalım, dosyanın üzerine not ekleyelim" dedi de tekrar fotoğraf çektirmekten kurtardım.

Daha önceki 3 Schengen vizeme ve gri pasaportla Hollanda'ya giriş çıkış yapmış olmama rağmen sadece 14 günlük vize alabildim (daha önce 3 aylık ve 6 aylık vizelerim vardı). Ret yemekten iyidir tabii:)

Ve Amsterdam. Gitmeden hava sıcaklığı 12-14 derece gösteriyordu, Mayıs sonu hava ne kadar soğuk olabilir diye düşünerek yanımıza t-shirt, triko kazak ve trençkot aldık, kendimizce hem sıcak hem de serin havaya karşı tedbirli olacaktık. İlk darbeyi metroda gördüğümüz kaz tüyü montlu, çizmeli insanlardan yedik. Amsterdam'da geçirdiğimiz 4 gün hayatımda en çok üşüdüğüm zaman dilimi olarak kayıtlara geçsin lütfen. 


Şimdiden uyarayım bu yazıda bolca havadan yakınma göreceksiniz. Mayıs'ın 25'i, farklı yarım küreye falan da gitmedik ama yok böyle bir soğuk. Her taraf kanal olduğu için nemle birleşen soğuk içinize işliyor. Mağazaların hepsi yaz sezonunu açmış, sıcak tutacak tek bir şey almak mümkün değil. O yüzden gitmeden mutlaka ama mutlaka hava durumunu iyi analiz edin ve hangi mevsimde giderseniz gidin, eldiven atkı kalın kazak mutlaka götürün:)


Amsterdam'da trafik önceliği bisikletlerde. Şaka gibi ama tüm yollarda caddenin yanında bisiklet yolları ve kaldırım var, ki biz Türkiye'de kaldırımsız yolları da yakından bildiğimizden çook garipsemiştim:) Arabalar değil ama bisikletliler çok hızlı ve onlara ayrılmış kısımdan giderseniz sinirleniyorlar. Ben cesaret edip o trafikte bisiklet kullanamadım ama en azından Vondelpark'ta bisiklet keyfi yaşanabilir.


Gelelim gezilecek görülecek yerlere. Akşamüzeri mutlaka kanal turu yapılmalı, 12-15 Euro civarında ve 1 saate yakın sürüyor. Güneşin batmasına yakın giderseniz şehri aydınlıkta, güneş batarken ve ışıklar içinde görme fırsatı yakalarsınız ki bence her biri ayrı güzel.

Amsterdam

Volendam-Marken turu. Sabah 9'da Damrak Caddesi üzerindeki tur şirketlerinden biriyle gidebilirsiniz. 30-35 Euro diye hatırlıyorum. Tur kapsamında çok cici kasabalara gidiliyor, peynir çiftliğinde onlarca çeşit peynir tadıp alışveriş yapabilirsiniz, benzer şekilde meşhur tahta ayakkabı atölyelerinde ayakkabıların nasıl yapıldığını izleyip hediyelikler alabilirsiniz. Ben kendime içi polarlı, kulakları olan bere almıştım, bak şimdi hatırladım da o olmasaydı kulaklarım düşebilirdi:)


Volendam deniz kenarında son derece şirin bir kasaba. Evleri biblo gibi, özellikle kıyı boyunca sıralı evlerin çoğunun perdesi de açık ve evler dışarıdan insanlar görsün diye bezenmiş resmen. Volendam'a gitmişken kalamar-bira keyfi de yaşanmalı bence.



Marken

Heineken Experience ise oldukça başarılı, 15 Euro'ya deneme boy 3 bira içiyorsunuz, 5 boyutlu sinemada kısa film izliyorsunuz, bir sürü bilgisayar oyunu tarzı oyun var, kısaca güzel zaman geçirebileceğiniz bir yer. Bar kısmında bira nasıl doldurulur, nasıl içilir gibi şeyleri anlatan kısa bir gösteri oluyor. Amsterdam'ın genelinde olduğu gibi burada da çok güzel İngilizce konuşuluyor, güzel sosyal bir ortam bence.  Mutlaka görün diyemem ama biz gittiğimize pişman olmadık. 

İlk gittiğimde pırlanta müzesini gezmiştik ama bence çok gerekli değil. Amsterdam'a gitmişken Van Gogh müzesi mutlaka görülmeli. Madama Tussauds benim ilgimi çekmiyor, Londra'da da gitmemiştim ama tercih sizin. Anna Frank'ın evi çok ünlü ama çok fazla bir şey yok dedikleri için biz gitmedik. Red Light'a hem eşimle, hem de kız kıza gittim, turist olarak gidildiğinde rahatsız edici bir ortamı yoktu.


Amsterdam demişken FEBO'dan bahsetmeden olmaz. FEBO küçük bir fast food zinciri ve tüm dükkan posta kutusu gibi küçük bölmelerden oluşuyor.  Bozuk para kutusuna para atıp hamburger, patates kroket, sosisli sandviç vb fast food ürünlerini alıyorsunuz. Fiyatlar da çok çok uygun. Nasıl Kızılkayalar'dan geçerken bi ıslak atmadan olmuyorsa, FEBO'nun önünden de boş geçilmiyor.


İlk başta söylemem gereken en sona kalmış. Biz Ibis Hotel Central Stopera'da kaldık. Havaalanından trenle geldikten sonra metroyla birkaç durak. Şehir merkezinde ama Dam Meydanı ya da müzeler bölgesinin biraz dışında. Biz havaya rağmen hiç toplu taşıma kullanmadık, 15-20 dakikaya her yere yürünüyor. Ibis otelleri zaten neredeyse birbirinin aynısı, lobiden girdikten sonra hangi ülkede olduğunuzu anlamıyorsunuz. Odalar son derece yeni ve temizdi, fiyatları da uygun sayılırdı. Minibar ve kasa gibi olanaklar yok ama benim için önemli olan temizliği ve konumu.  Bu bakımdan tavsiye edilir. 


İlk gittimizde ise Inntel Hotel Amsterdam Centre'da kalmıştık, biraz daha konforlu bir oteldi. Yeri de Dam Meydanına çıkan sokaklardan birindeydi. Odalar hacim olarak küçük ama minibar, kasa, küvet gibi olanakları vardı. 4 yıldızlı ve daha merkezi olduğundan Ibis'e göre biraz pahalı ama önceden rezervasyon yaptırılırsa uygun fiyat denk getirilebiliyor. 


Son olarak, Amsterdam'ın uyuşturucu, seks ticareti vb konularda adı çıkmış durumda ki aslında hepsi gerçek. Öte taraftan kimse kimseyi rahatsız etmiyor, herkes çok nazik ve yardımsever, Paris başta olmak üzere pek çok Avrupa şehrinden daha güvenli. Gitmeli ve görmeli:)

9 Şubat 2015

Mutfakta Biri Var: Philips AirFryer



Bazen kendimi Örnek Aile (The Joneses) filminde gibi hissediyorum. Filmi bilmeyenler için: Bakınız Vikipedi. Beğendiğim, kullanmaktan memnun olduğum ürünleri istiyorum ki herkes kullansın, herkes yararlansın. Zaten blog yazmanın amacı da biraz bu değil mi, en azından benim yazmamın sebebi tecrübelerimi paylaşmak.

Ürünümüz Philips AirFryer. Kendisi aslında bir fritöz ve klasik fritözlerden farklı olarak muhteşem kızartmaları yağsız hemencecik hazırlıyor. Ben çok fazla aramasam da eşim kızartma aşığı ve ilk fritözümüzü bir şekilde bozmayı becerdiğimizden yeni fritöz arayışına girdik. O dönem forum ve blogları bayağı inceledik ve sonunda AirFryer'da karar kıldık, iyi ki de öyle yapmışız.


AirFryer biraz büyük olmakla birlikte oldukça şık bir tasarıma sahip. Sepeti misafir ağırlamak da dahil olmak üzere gayet yeterli. Biz ezelden beridir dondurulmuş patates kullandığımız için patates kızartmamızı sıfır yağla 12-14 dakikada hazırlıyoruz. 1 kaşık sıvı yağ, tuz, karabiber ve pul biberle hazırladığımız taze patates ise her türlü et yemeğinin, balığın yanına müthiş yakışıyor.
Kaynak: www.philips.com.tr


Kızarmış biber, köz patlıcan, kestane kebap, çiçek sosis bizim en sık yaptığımız yemekler. Bizim evde çok yenmese de soslanmış kanat yaptığınızda mutfağınızı muhteşem bir mangal kokusu kaplıyor ve çok lezzetli bir yemek oluyor. Ki bunları yağsız veya en fazla sosuna koyduğunuz 1 kaşık yağ ile yapıyorsunuz. 

Kötü yönü yok mu diye soranlar için biraz gürültülü, sepeti ve haznesi makinede yıkanabiliyor ama makinede yer kaplıyor.  Biz 2 sene önce kampanyadan 300 liraya almıştık, şimdilerde ne kadar oldu fikrim yok ama almadan mutlaka fiyat araştırması yapmalı, piyasada çok uçuk fiyata satan yerler de oluyor. 

İtalya: Gezdim Gördüm Beğendim


Eşimle birlikte ilk yurt dışı gezimizi 2011 Haziran ayında İtalya'ya yaptık. Pronto Tur'un Büyük İtalya Turu ile gittiğimiz İtalya'da 3 şehirde toplamda 7 gece kaldık ve inanılmaz güzel anılarla döndük.

Vize başvurusunu Idata isimli aracı kuruluşa yaptık. Benim daha önceden 2 Schengen vizem vardı, ayrıca işimden dolayı gri pasaporta da sahiptim. Eşimin ise ilk yurt dışına çıkışıydı. Hem Idata'nın sayfasında hem de vizeci.com'da yer alan evrakları eksiksiz teslim ettik. Tüm evraklar Türkçeydi, yanılmıyorsam bir tek kişisel dilekçelerimizi ve işyerinden verdikleri izin yazısını İngilizce teslim etmiştik. Eşimi toplamda 30 saniye süren bir mülakata aldılar ve oldukça kolay şekilde ben 6 aylık, eşim ise ilk vizesi olduğundan seyahat süresini kapsayan vize aldı. 

Pek çok İtalya turunun aksine biz Venedik'ten başlayıp Roma ile bitirdik turumuzu. Sabah 10 gibi indik Venedik'e, sonrasında kendimizi Venedik'in en turistik mekanı San Marco Meydanında bulduk. Ardından klasik gondol turu ve Venedik'in ara sokaklarında kayboluş. Venedik'e dair söyleyebileceğim ilk şey son derece fotojenik bir şehir olduğu. Gezerken "acaba köşeden fare fırlar mı" diyecek kadar pis ve eski gözükürken ve işin açıkçası hayal kırıklığına uğramışken, dönünce fotoğrafları görünce acaba bizde mi bir sorun var diye düşündük:)

Venedik
Venedik'te 2 gün geçirdik, ilk gün yol yorgunluğu ile turistik merkezde gezince 2. gün ekstra Verona turuna katılmadık ve Venedik'in diğer kısımlarını keşfe çıktık. Otel resepsiyonundan aldığımız biletle otobüse binerek şehir merkezine indik, burada birkaç müze ve kilise gezdik, sokak arası lokantalarda lazanya yiyip şarap içtik, bu arada şarap için ayrı bir paragraf açmak lazım.

Rehberimiz Burak Özdeniz İtalya'da kötü şarap olmayacağını o yüzden gittiğimiz yerlerde menüdeki en ucuz şarabı sipariş etmekten çekinmememizi söyledi. İtalyanların "vino di casa" dedikleri ev şaraplarının içimi çok kolay ve tatları gerçekten muhteşemdi. İtalya'ya gitmeden önce rakı ve votkadan şaşmayan ben sıkı bir şarapçı olup geldim.

İtalya'da ikinci durağımız Floransa. Biz Montecatini adı verilen ve merkeze biraz uzak bir bölgede kaldık, kaldığımız otel çok iç açıcı değildi ancak döndükten sonra arkadaşlarımdan Floransa otellerine ilişkin öyle hikayeler duydum ki buna da şükür dedim:) Montecatini'nin tek iyi yanı ara sokaklarının birinde 5 m2'lik dükkanda yediğimiz pizzaydı, rehberin tavsiye ettiği yerler de dahil olmak üzere İtalya'daki en güzel pizzayı bu küçücük salaş yerde 3 Euro'ya yedik.

Floransa'da ilk gün yine şehrin olabilecek en turistik merkezinde bulduk kendimizi. Rehberimizin şehri tanıtımın ardından meşhur Floransa bifteklerini yemek için Giubbe Rosse isimli restorana gittik, 2 kişi "Bisteca Fiorentina" yiyip yanında kırmızı şarap içtik ve 55-60 Euro civarında ödeyip hayatımızın lezzetiyle tanıştık.

Floransa tam bir sanat şehri ve açık hava müzesi. Rehberimiz Burak Bey Floransa, Leonardo da Vinci ve Medici ailesine ilişkin o kadar detaylı ve eğlenceli hikayeler anlattı ki sanat tarihi okuyasım geldi. 

Floransa'daki 2. günümüzde ekstra tura katılarak Pisa, San Gimignano ve Siena'ya gittik. Pisa Kulesi zaten İtalya'nın simgesi, kuleyi tutarmış gibi poz vermeyeni dövüyorlar:) San Gimignano orta çağdan kalma, son derece otantik ve masalsı bir kasaba. Buranın lazanyaları çok meşhur.

San Gimignano
Rehberimiz bizi burada bir süpermarkete götürdü ve şişesi 5-6 Euro'ya meşhur Chianti şaraplarından aldık. 5 Euro'ya Keglevich gören bünyeler dayanamadı ve 2 şişe de Keglevich alındı. Biz valizde içkilerle sorun yaşamadık ancak tamamen şans, bazen dönüşlerde gümrükte x-ray cihazından geçirebiliyorlar valizleri. 


Siena ise rehberimizin etkisiyle mi bilmiyoruz ama bizi en çok etkileyen yer oldu. Siena mahallelere ayrılmış bir şehir ve hala geleneksel yapısını devam ettiriyor. Her yaz yapılan palio koşusu (bir tür at yarışı) adeta şehre kimliğini vermiş. Palio sadece bir yarış değil, öncesi ve sonrasıyla adeta bir festival ve etkisi yıl boyu sürüyor. Bir tarafta mahalleler arasında tatlı bir rekabet yaşanırken, diğer taraftan birlikte yenilip içilip eğleniliyor. Eski mahalle kültürünü yaşatan Siena'ya aşık olmamak mümkün değil.

Sonra ver elini Roma. İlk gün Vatikan'ı gezdik, Colesseum, Fonta di Trevi (Aşk Çeşmesi), İspanyol Merdivenleri ve daha birçok muhteşem yeri de. Bizim şansızlığımız Roma'nın son 40 yılda yaşadığı en sıcak günde orada bulunmamızdı.Turistik yerlerde bir küçük suyun 2-3 Euro olduğu düşülünce su harcamamız bütçemizde bayağı yer kapladı:)

Fontana Di Trevi (Aşıklar Çeşmesi)
Roma gezimizin 2. günü Roma'nın tadını doyasıya çıkardık, şehrin meşhur meydanlarında yemek yedik, müze ve katedral gezdik. İtalya'ya kadar gelmişken birer tane güneş gözlüğü almayı ihmal etmedik tabii..

Vee gezinin en güzel kısmı Pompeii turu. Pompeii şehri M.S. 79 yılında Vezüv yanardağının 2 günlük faaliyeti sonucunda kül ve cüruf altında kalıyor, insanlar o anda ne yapıyorlarsa o halleriyle kül yığınlarının altında donup kalıyor. 19. yüzyılda bir bilim adamı taşlaşan küllerin altındaki boşlukları fark ediyor ve küçük delikler açarak boşlukları alçıyla doldurarak kalıp çıkartıyor. Ve böylece kimi insanların uyurken, kimisinin çocuğuna sarılırken, kimisinin ise zincirlere bağlı haldeyken ölüme yakalandığı ortaya çıkıyor.

Pompeii'ye dair daha da ilginç olanı ise bence felaket yaşanmadan önceki hayatları. Mükemmel bir şehirleşme, daha o yıllarda yaya geçitleri, soğutma sistemleri, envai çeşit dükkan ve şaşaalı ve bazılarına göre son derece "ahlaksız" bir eğlence anlayışı.. Kısaca İtalya'ya gitmişken Pompeii mutlaka görülmeli ve mümkünse iyi bir rehber eşliğinde. 

Pompeii
Uzun lafın kısası İtalya'yı gidip görün; şaraplarından için; lazanyasını, makarnasını, pizzasını tadın; bol bol fotoğraf çekin; sanata doyun; Akdeniz insanının sıcaklığıyla tanışın asla pişman olmazsınız.