Amsterdam'a ilk olarak iş nedeniyle gitmiştim ve Ocak ayındaki dondurucu soğuğa rağmen aşık olmuştum. Bu güzelliği eşimle paylaşmadan olmazdı ve 2013 Mayıs'ında vurduk kendimizi yollara.
Biletleri her zaman olduğu gibi İş Bankası Maximiles kartımızda biriken miller ile aldık ki ilk fırsatta onunla ilgili ayrıca yazacağım. Sonrası malum vize süreçleri. İtalya'da olduğu gibi Hollanda vizesi için de Idata aracılık yapıyor. Evraklarla birlikte randevu almadan gittiğinizde 1 saat içinde işleminizi halledebiliyorsunuz. Ben genelde öğle arasının bitiminde gidip kapıda sıraya giriyorum, 2 sefer de sıra anlamında sıkıntı yaşamadım ama bu işler belli olmaz tabii.
Biletleri her zaman olduğu gibi İş Bankası Maximiles kartımızda biriken miller ile aldık ki ilk fırsatta onunla ilgili ayrıca yazacağım. Sonrası malum vize süreçleri. İtalya'da olduğu gibi Hollanda vizesi için de Idata aracılık yapıyor. Evraklarla birlikte randevu almadan gittiğinizde 1 saat içinde işleminizi halledebiliyorsunuz. Ben genelde öğle arasının bitiminde gidip kapıda sıraya giriyorum, 2 sefer de sıra anlamında sıkıntı yaşamadım ama bu işler belli olmaz tabii.
Vize konusundaki tek sıkıntım fotoğrafla ilgili oldu, 10 ay önceki vizelerde aynı fotoğraf olduğu için Idata ofisindekiler fotoğraflarımızı kabul etmedi. Akşam eşimle fotoğraf çektirdik ama ne tesadüf ki benim fotoğrafım eskisiyle birebir aynı oldu. Biometrik fotoğraf şartlarını taşısın sonradan uğraştırmasınlar diye saçımı toplayayım, yakalı bir şey giymeyeyim, takı takmayayım derken aynı pozu vermişim. Ertesi gün yeni fotoğraflarla gittiğimde görevli yine itiraz etti, fotoğrafçının fişini gösterdim, birkaç yerdeki farklılıkları gösterdim, en sonunda yan tarafındaki kızcağız "hanımefendiyi daha fazla uğraştırmayalım, dosyanın üzerine not ekleyelim" dedi de tekrar fotoğraf çektirmekten kurtardım.
Daha önceki 3 Schengen vizeme ve gri pasaportla Hollanda'ya giriş çıkış yapmış olmama rağmen sadece 14 günlük vize alabildim (daha önce 3 aylık ve 6 aylık vizelerim vardı). Ret yemekten iyidir tabii:)
Ve Amsterdam. Gitmeden hava sıcaklığı 12-14 derece gösteriyordu, Mayıs sonu hava ne kadar soğuk olabilir diye düşünerek yanımıza t-shirt, triko kazak ve trençkot aldık, kendimizce hem sıcak hem de serin havaya karşı tedbirli olacaktık. İlk darbeyi metroda gördüğümüz kaz tüyü montlu, çizmeli insanlardan yedik. Amsterdam'da geçirdiğimiz 4 gün hayatımda en çok üşüdüğüm zaman dilimi olarak kayıtlara geçsin lütfen.
Şimdiden uyarayım bu yazıda bolca havadan yakınma göreceksiniz. Mayıs'ın 25'i, farklı yarım küreye falan da gitmedik ama yok böyle bir soğuk. Her taraf kanal olduğu için nemle birleşen soğuk içinize işliyor. Mağazaların hepsi yaz sezonunu açmış, sıcak tutacak tek bir şey almak mümkün değil. O yüzden gitmeden mutlaka ama mutlaka hava durumunu iyi analiz edin ve hangi mevsimde giderseniz gidin, eldiven atkı kalın kazak mutlaka götürün:)
Amsterdam'da trafik önceliği bisikletlerde. Şaka gibi ama tüm yollarda caddenin yanında bisiklet yolları ve kaldırım var, ki biz Türkiye'de kaldırımsız yolları da yakından bildiğimizden çook garipsemiştim:) Arabalar değil ama bisikletliler çok hızlı ve onlara ayrılmış kısımdan giderseniz sinirleniyorlar. Ben cesaret edip o trafikte bisiklet kullanamadım ama en azından Vondelpark'ta bisiklet keyfi yaşanabilir.
Gelelim gezilecek görülecek yerlere. Akşamüzeri mutlaka kanal turu yapılmalı, 12-15 Euro civarında ve 1 saate yakın sürüyor. Güneşin batmasına yakın giderseniz şehri aydınlıkta, güneş batarken ve ışıklar içinde görme fırsatı yakalarsınız ki bence her biri ayrı güzel.
Volendam-Marken turu. Sabah 9'da Damrak Caddesi üzerindeki tur şirketlerinden biriyle gidebilirsiniz. 30-35 Euro diye hatırlıyorum. Tur kapsamında çok cici kasabalara gidiliyor, peynir çiftliğinde onlarca çeşit peynir tadıp alışveriş yapabilirsiniz, benzer şekilde meşhur tahta ayakkabı atölyelerinde ayakkabıların nasıl yapıldığını izleyip hediyelikler alabilirsiniz. Ben kendime içi polarlı, kulakları olan bere almıştım, bak şimdi hatırladım da o olmasaydı kulaklarım düşebilirdi:)
Volendam deniz kenarında son derece şirin bir kasaba. Evleri biblo gibi, özellikle kıyı boyunca sıralı evlerin çoğunun perdesi de açık ve evler dışarıdan insanlar görsün diye bezenmiş resmen. Volendam'a gitmişken kalamar-bira keyfi de yaşanmalı bence.
Heineken Experience ise oldukça başarılı, 15 Euro'ya deneme boy 3 bira içiyorsunuz, 5 boyutlu sinemada kısa film izliyorsunuz, bir sürü bilgisayar oyunu tarzı oyun var, kısaca güzel zaman geçirebileceğiniz bir yer. Bar kısmında bira nasıl doldurulur, nasıl içilir gibi şeyleri anlatan kısa bir gösteri oluyor. Amsterdam'ın genelinde olduğu gibi burada da çok güzel İngilizce konuşuluyor, güzel sosyal bir ortam bence. Mutlaka görün diyemem ama biz gittiğimize pişman olmadık.
İlk gittiğimde pırlanta müzesini gezmiştik ama bence çok gerekli değil. Amsterdam'a gitmişken Van Gogh müzesi mutlaka görülmeli. Madama Tussauds benim ilgimi çekmiyor, Londra'da da gitmemiştim ama tercih sizin. Anna Frank'ın evi çok ünlü ama çok fazla bir şey yok dedikleri için biz gitmedik. Red Light'a hem eşimle, hem de kız kıza gittim, turist olarak gidildiğinde rahatsız edici bir ortamı yoktu.
Amsterdam demişken FEBO'dan bahsetmeden olmaz. FEBO küçük bir fast food zinciri ve tüm dükkan posta kutusu gibi küçük bölmelerden oluşuyor. Bozuk para kutusuna para atıp hamburger, patates kroket, sosisli sandviç vb fast food ürünlerini alıyorsunuz. Fiyatlar da çok çok uygun. Nasıl Kızılkayalar'dan geçerken bi ıslak atmadan olmuyorsa, FEBO'nun önünden de boş geçilmiyor.
İlk başta söylemem gereken en sona kalmış. Biz Ibis Hotel Central Stopera'da kaldık. Havaalanından trenle geldikten sonra metroyla birkaç durak. Şehir merkezinde ama Dam Meydanı ya da müzeler bölgesinin biraz dışında. Biz havaya rağmen hiç toplu taşıma kullanmadık, 15-20 dakikaya her yere yürünüyor. Ibis otelleri zaten neredeyse birbirinin aynısı, lobiden girdikten sonra hangi ülkede olduğunuzu anlamıyorsunuz. Odalar son derece yeni ve temizdi, fiyatları da uygun sayılırdı. Minibar ve kasa gibi olanaklar yok ama benim için önemli olan temizliği ve konumu. Bu bakımdan tavsiye edilir.
İlk gittimizde ise Inntel Hotel Amsterdam Centre'da kalmıştık, biraz daha konforlu bir oteldi. Yeri de Dam Meydanına çıkan sokaklardan birindeydi. Odalar hacim olarak küçük ama minibar, kasa, küvet gibi olanakları vardı. 4 yıldızlı ve daha merkezi olduğundan Ibis'e göre biraz pahalı ama önceden rezervasyon yaptırılırsa uygun fiyat denk getirilebiliyor.
Son olarak, Amsterdam'ın uyuşturucu, seks ticareti vb konularda adı çıkmış durumda ki aslında hepsi gerçek. Öte taraftan kimse kimseyi rahatsız etmiyor, herkes çok nazik ve yardımsever, Paris başta olmak üzere pek çok Avrupa şehrinden daha güvenli. Gitmeli ve görmeli:)
Ve Amsterdam. Gitmeden hava sıcaklığı 12-14 derece gösteriyordu, Mayıs sonu hava ne kadar soğuk olabilir diye düşünerek yanımıza t-shirt, triko kazak ve trençkot aldık, kendimizce hem sıcak hem de serin havaya karşı tedbirli olacaktık. İlk darbeyi metroda gördüğümüz kaz tüyü montlu, çizmeli insanlardan yedik. Amsterdam'da geçirdiğimiz 4 gün hayatımda en çok üşüdüğüm zaman dilimi olarak kayıtlara geçsin lütfen.
Şimdiden uyarayım bu yazıda bolca havadan yakınma göreceksiniz. Mayıs'ın 25'i, farklı yarım küreye falan da gitmedik ama yok böyle bir soğuk. Her taraf kanal olduğu için nemle birleşen soğuk içinize işliyor. Mağazaların hepsi yaz sezonunu açmış, sıcak tutacak tek bir şey almak mümkün değil. O yüzden gitmeden mutlaka ama mutlaka hava durumunu iyi analiz edin ve hangi mevsimde giderseniz gidin, eldiven atkı kalın kazak mutlaka götürün:)
Amsterdam'da trafik önceliği bisikletlerde. Şaka gibi ama tüm yollarda caddenin yanında bisiklet yolları ve kaldırım var, ki biz Türkiye'de kaldırımsız yolları da yakından bildiğimizden çook garipsemiştim:) Arabalar değil ama bisikletliler çok hızlı ve onlara ayrılmış kısımdan giderseniz sinirleniyorlar. Ben cesaret edip o trafikte bisiklet kullanamadım ama en azından Vondelpark'ta bisiklet keyfi yaşanabilir.
Gelelim gezilecek görülecek yerlere. Akşamüzeri mutlaka kanal turu yapılmalı, 12-15 Euro civarında ve 1 saate yakın sürüyor. Güneşin batmasına yakın giderseniz şehri aydınlıkta, güneş batarken ve ışıklar içinde görme fırsatı yakalarsınız ki bence her biri ayrı güzel.
Amsterdam |
Volendam-Marken turu. Sabah 9'da Damrak Caddesi üzerindeki tur şirketlerinden biriyle gidebilirsiniz. 30-35 Euro diye hatırlıyorum. Tur kapsamında çok cici kasabalara gidiliyor, peynir çiftliğinde onlarca çeşit peynir tadıp alışveriş yapabilirsiniz, benzer şekilde meşhur tahta ayakkabı atölyelerinde ayakkabıların nasıl yapıldığını izleyip hediyelikler alabilirsiniz. Ben kendime içi polarlı, kulakları olan bere almıştım, bak şimdi hatırladım da o olmasaydı kulaklarım düşebilirdi:)
Volendam deniz kenarında son derece şirin bir kasaba. Evleri biblo gibi, özellikle kıyı boyunca sıralı evlerin çoğunun perdesi de açık ve evler dışarıdan insanlar görsün diye bezenmiş resmen. Volendam'a gitmişken kalamar-bira keyfi de yaşanmalı bence.
Marken |
İlk gittiğimde pırlanta müzesini gezmiştik ama bence çok gerekli değil. Amsterdam'a gitmişken Van Gogh müzesi mutlaka görülmeli. Madama Tussauds benim ilgimi çekmiyor, Londra'da da gitmemiştim ama tercih sizin. Anna Frank'ın evi çok ünlü ama çok fazla bir şey yok dedikleri için biz gitmedik. Red Light'a hem eşimle, hem de kız kıza gittim, turist olarak gidildiğinde rahatsız edici bir ortamı yoktu.
Amsterdam demişken FEBO'dan bahsetmeden olmaz. FEBO küçük bir fast food zinciri ve tüm dükkan posta kutusu gibi küçük bölmelerden oluşuyor. Bozuk para kutusuna para atıp hamburger, patates kroket, sosisli sandviç vb fast food ürünlerini alıyorsunuz. Fiyatlar da çok çok uygun. Nasıl Kızılkayalar'dan geçerken bi ıslak atmadan olmuyorsa, FEBO'nun önünden de boş geçilmiyor.
İlk başta söylemem gereken en sona kalmış. Biz Ibis Hotel Central Stopera'da kaldık. Havaalanından trenle geldikten sonra metroyla birkaç durak. Şehir merkezinde ama Dam Meydanı ya da müzeler bölgesinin biraz dışında. Biz havaya rağmen hiç toplu taşıma kullanmadık, 15-20 dakikaya her yere yürünüyor. Ibis otelleri zaten neredeyse birbirinin aynısı, lobiden girdikten sonra hangi ülkede olduğunuzu anlamıyorsunuz. Odalar son derece yeni ve temizdi, fiyatları da uygun sayılırdı. Minibar ve kasa gibi olanaklar yok ama benim için önemli olan temizliği ve konumu. Bu bakımdan tavsiye edilir.
İlk gittimizde ise Inntel Hotel Amsterdam Centre'da kalmıştık, biraz daha konforlu bir oteldi. Yeri de Dam Meydanına çıkan sokaklardan birindeydi. Odalar hacim olarak küçük ama minibar, kasa, küvet gibi olanakları vardı. 4 yıldızlı ve daha merkezi olduğundan Ibis'e göre biraz pahalı ama önceden rezervasyon yaptırılırsa uygun fiyat denk getirilebiliyor.
Son olarak, Amsterdam'ın uyuşturucu, seks ticareti vb konularda adı çıkmış durumda ki aslında hepsi gerçek. Öte taraftan kimse kimseyi rahatsız etmiyor, herkes çok nazik ve yardımsever, Paris başta olmak üzere pek çok Avrupa şehrinden daha güvenli. Gitmeli ve görmeli:)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder