9 Şubat 2015

İtalya: Gezdim Gördüm Beğendim


Eşimle birlikte ilk yurt dışı gezimizi 2011 Haziran ayında İtalya'ya yaptık. Pronto Tur'un Büyük İtalya Turu ile gittiğimiz İtalya'da 3 şehirde toplamda 7 gece kaldık ve inanılmaz güzel anılarla döndük.

Vize başvurusunu Idata isimli aracı kuruluşa yaptık. Benim daha önceden 2 Schengen vizem vardı, ayrıca işimden dolayı gri pasaporta da sahiptim. Eşimin ise ilk yurt dışına çıkışıydı. Hem Idata'nın sayfasında hem de vizeci.com'da yer alan evrakları eksiksiz teslim ettik. Tüm evraklar Türkçeydi, yanılmıyorsam bir tek kişisel dilekçelerimizi ve işyerinden verdikleri izin yazısını İngilizce teslim etmiştik. Eşimi toplamda 30 saniye süren bir mülakata aldılar ve oldukça kolay şekilde ben 6 aylık, eşim ise ilk vizesi olduğundan seyahat süresini kapsayan vize aldı. 

Pek çok İtalya turunun aksine biz Venedik'ten başlayıp Roma ile bitirdik turumuzu. Sabah 10 gibi indik Venedik'e, sonrasında kendimizi Venedik'in en turistik mekanı San Marco Meydanında bulduk. Ardından klasik gondol turu ve Venedik'in ara sokaklarında kayboluş. Venedik'e dair söyleyebileceğim ilk şey son derece fotojenik bir şehir olduğu. Gezerken "acaba köşeden fare fırlar mı" diyecek kadar pis ve eski gözükürken ve işin açıkçası hayal kırıklığına uğramışken, dönünce fotoğrafları görünce acaba bizde mi bir sorun var diye düşündük:)

Venedik
Venedik'te 2 gün geçirdik, ilk gün yol yorgunluğu ile turistik merkezde gezince 2. gün ekstra Verona turuna katılmadık ve Venedik'in diğer kısımlarını keşfe çıktık. Otel resepsiyonundan aldığımız biletle otobüse binerek şehir merkezine indik, burada birkaç müze ve kilise gezdik, sokak arası lokantalarda lazanya yiyip şarap içtik, bu arada şarap için ayrı bir paragraf açmak lazım.

Rehberimiz Burak Özdeniz İtalya'da kötü şarap olmayacağını o yüzden gittiğimiz yerlerde menüdeki en ucuz şarabı sipariş etmekten çekinmememizi söyledi. İtalyanların "vino di casa" dedikleri ev şaraplarının içimi çok kolay ve tatları gerçekten muhteşemdi. İtalya'ya gitmeden önce rakı ve votkadan şaşmayan ben sıkı bir şarapçı olup geldim.

İtalya'da ikinci durağımız Floransa. Biz Montecatini adı verilen ve merkeze biraz uzak bir bölgede kaldık, kaldığımız otel çok iç açıcı değildi ancak döndükten sonra arkadaşlarımdan Floransa otellerine ilişkin öyle hikayeler duydum ki buna da şükür dedim:) Montecatini'nin tek iyi yanı ara sokaklarının birinde 5 m2'lik dükkanda yediğimiz pizzaydı, rehberin tavsiye ettiği yerler de dahil olmak üzere İtalya'daki en güzel pizzayı bu küçücük salaş yerde 3 Euro'ya yedik.

Floransa'da ilk gün yine şehrin olabilecek en turistik merkezinde bulduk kendimizi. Rehberimizin şehri tanıtımın ardından meşhur Floransa bifteklerini yemek için Giubbe Rosse isimli restorana gittik, 2 kişi "Bisteca Fiorentina" yiyip yanında kırmızı şarap içtik ve 55-60 Euro civarında ödeyip hayatımızın lezzetiyle tanıştık.

Floransa tam bir sanat şehri ve açık hava müzesi. Rehberimiz Burak Bey Floransa, Leonardo da Vinci ve Medici ailesine ilişkin o kadar detaylı ve eğlenceli hikayeler anlattı ki sanat tarihi okuyasım geldi. 

Floransa'daki 2. günümüzde ekstra tura katılarak Pisa, San Gimignano ve Siena'ya gittik. Pisa Kulesi zaten İtalya'nın simgesi, kuleyi tutarmış gibi poz vermeyeni dövüyorlar:) San Gimignano orta çağdan kalma, son derece otantik ve masalsı bir kasaba. Buranın lazanyaları çok meşhur.

San Gimignano
Rehberimiz bizi burada bir süpermarkete götürdü ve şişesi 5-6 Euro'ya meşhur Chianti şaraplarından aldık. 5 Euro'ya Keglevich gören bünyeler dayanamadı ve 2 şişe de Keglevich alındı. Biz valizde içkilerle sorun yaşamadık ancak tamamen şans, bazen dönüşlerde gümrükte x-ray cihazından geçirebiliyorlar valizleri. 


Siena ise rehberimizin etkisiyle mi bilmiyoruz ama bizi en çok etkileyen yer oldu. Siena mahallelere ayrılmış bir şehir ve hala geleneksel yapısını devam ettiriyor. Her yaz yapılan palio koşusu (bir tür at yarışı) adeta şehre kimliğini vermiş. Palio sadece bir yarış değil, öncesi ve sonrasıyla adeta bir festival ve etkisi yıl boyu sürüyor. Bir tarafta mahalleler arasında tatlı bir rekabet yaşanırken, diğer taraftan birlikte yenilip içilip eğleniliyor. Eski mahalle kültürünü yaşatan Siena'ya aşık olmamak mümkün değil.

Sonra ver elini Roma. İlk gün Vatikan'ı gezdik, Colesseum, Fonta di Trevi (Aşk Çeşmesi), İspanyol Merdivenleri ve daha birçok muhteşem yeri de. Bizim şansızlığımız Roma'nın son 40 yılda yaşadığı en sıcak günde orada bulunmamızdı.Turistik yerlerde bir küçük suyun 2-3 Euro olduğu düşülünce su harcamamız bütçemizde bayağı yer kapladı:)

Fontana Di Trevi (Aşıklar Çeşmesi)
Roma gezimizin 2. günü Roma'nın tadını doyasıya çıkardık, şehrin meşhur meydanlarında yemek yedik, müze ve katedral gezdik. İtalya'ya kadar gelmişken birer tane güneş gözlüğü almayı ihmal etmedik tabii..

Vee gezinin en güzel kısmı Pompeii turu. Pompeii şehri M.S. 79 yılında Vezüv yanardağının 2 günlük faaliyeti sonucunda kül ve cüruf altında kalıyor, insanlar o anda ne yapıyorlarsa o halleriyle kül yığınlarının altında donup kalıyor. 19. yüzyılda bir bilim adamı taşlaşan küllerin altındaki boşlukları fark ediyor ve küçük delikler açarak boşlukları alçıyla doldurarak kalıp çıkartıyor. Ve böylece kimi insanların uyurken, kimisinin çocuğuna sarılırken, kimisinin ise zincirlere bağlı haldeyken ölüme yakalandığı ortaya çıkıyor.

Pompeii'ye dair daha da ilginç olanı ise bence felaket yaşanmadan önceki hayatları. Mükemmel bir şehirleşme, daha o yıllarda yaya geçitleri, soğutma sistemleri, envai çeşit dükkan ve şaşaalı ve bazılarına göre son derece "ahlaksız" bir eğlence anlayışı.. Kısaca İtalya'ya gitmişken Pompeii mutlaka görülmeli ve mümkünse iyi bir rehber eşliğinde. 

Pompeii
Uzun lafın kısası İtalya'yı gidip görün; şaraplarından için; lazanyasını, makarnasını, pizzasını tadın; bol bol fotoğraf çekin; sanata doyun; Akdeniz insanının sıcaklığıyla tanışın asla pişman olmazsınız.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder