8 Aralık 2015

Sonbaharın Yakıştığı Şehir: Viyana


Barselona'dan döndükten hemen sonra Pegasus'un yurt dışına %30 indirimli bilet kampanyasına denk geldik ve hazır vizemiz varken bir yerlere daha gidelim diye plan yaptık. Yakın arkadaşlarım yaşadığı için Viyana hep aklımızda vardı, hal böyle olunca Kasım ayı için Viyana'da karar kıldık.

Burada hemen araya bir şey sıkıştırmak istiyorum. Bilet alırken Viyana gidişli, Prag dönüşlü almıştık ancak son dönemdeki mülteci krizinden dolayı sınır kontrollerinin başlaması bizi endişelendirdi. Geçerli vizemiz olduğu için geçişlerde sıkıntı çıkması zor ihtimaldi ama yolda ekstradan 1 saat beklemek bile tatilde bizi yorabilirdi, o yüzden dönüş uçağını da Viyana'ya çevirdik. Pegasus'un en ucuz bilet sınıfında olmasına rağmen biletlerimizi sadece 30 TL civarında hizmet bedeli ödeyerek değiştirebildik (Biletler arasında fiyat farkı varsa onu da alıyorlarmış). Pegasus'la çok fazla uçmadığım için böyle bir ihtimal olduğundan haberim yoktu, bizim açımızdan güzel bir sürpriz oldu. 

Viyana'da MyPlace Premium Apartments City Centre'da kaldık. Kesinlikle tavsiye edeceğim bir otel. Havaalanından shuttle otobüslerine bindiğinizde (gidiş dönüş 13 euro) hemen önünde iniyorsunuz. St Stephan Katedrali başta olmak üzere neredeyse tüm tarihi, turistik ve alışveriş noktalarına yürüyerek ulaşabiliyorsunuz. Biz sadece Belvedere Sarayı ve Schönbrunn Sarayı'na gitmek için metro kullandık, onun dışına her yere rahatlıkla yürüdük. Ayrıca apart otel olduğu için her türlü ihtiyacınızı karşılayabileceğiniz bir mutfak da var. Aynı binada bulunan marketten alışveriş yaptık ve özellikle kahvaltılarımızı taze portakal suyundan peynirli omlete kadar çok çeşitli ve lezzetli yapabildik. 

Uçağımız erken saatte olduğu için ilk gün öğlen kendimizi dışarı atabildik. Karntner Strasse'de dolaştık biraz, sonrasında telefon alma planlarımız olduğu için Wien Mitte alışveriş merkezindeki Media Markt'a gittik. Akşamsa bir arkadaşımızın davetlisi olarak Naschmarkt içindeki Nautiluss'a gittik. İşletmecisi İstanbullu ve son derece hoş sohbet birisi. Daha önce hiç yemediğim kadar güzel bir karışık deniz ürünleri tabağı geldi ortaya. Ahtapot bacağından kalamara kadar çok çeşitli deniz ürünleri yanında ızgara sebzeler ve sarımsaklı sos eşliğinde servis edildi. Hesabı arkadaşım ödediği için fiyat bilgisi veremeyeceğim ama kesinlikle çok başarılı bir balık lokantasıydı. 

Pazar günü ise hayatımızın şokuyla karşılaştık. Arkadaşlarım pazar günleri Viyana'da mağazaların kapalı olacağı konusunda uyarmışlardı ama süpermarketlerin ve büfelerin dahi kapalı olacağı aklımıza gelmedi. Dolabımız kahvaltılık erzakla dolu olmasına rağmen ekmek bulamadığımız için tek açık mekan olan McCafe'de kruvasanla kahvaltı yapabildik. Sonrasında Hofburg Sarayı'na gittik ve Sisi Müzesini gezdik. Girişi 14 euro, Sisi döneminden kalma mutfak eşyaları, kişisel eşyalar var. İlla ki gidilmesi gerekir diyemiyorum ama biz gezerken sıkılmadık. 
Kaynak: www.figlmueller.at

Pazar gününün akşamında Figlmüller'de şinitzel yemeye gittik. Gitmeden önce internetten rezervasyon yaptırıp çıktısını almıştık, o yüzden sıra beklemeden rahatça masa bulduk. 2 kişi için 1 porsiyon dana şinitzel aldık, yanına da birer tane patates salatası istedik. Bu arada gidecekler için küçük not, Figlmüller Schinitzel domuz etinden yapılıyor, dana etinden yapılan şinitzel için Wiener  Schinitzel sipariş etmeniz gerekiyor. Dana şinitzel 19 euro, patates salatası ise 4,5 euroydu. Şinitzel lezzetliydi ama patates salatasını beğenmedik, sosu çok şekerli geldi bize. Ama Viyana'ya gitmişken Figlmüller'de şinitzel yemeden dönmek olmazdı. 

Pazartesi günü ilk olarak St Stephan Katedraline gittik, dışarısı son derece heybetli olan ve gotik mimariye sahip katedralin içi de göz alıcıydı. Ardından arkadaşımla buluştuk ve bizi Plachutta'ya yemeğe götürdü.  Biz asıl buranın şinitzelini çok beğendik. Önden ekmek ve tereyağ geliyor, şinitzel ise yanında patates salatasıyla servis ediliyor. Ortam da son derece şıktı. Hesabı bu sefer de diğer arkadaşım ödedi ama dana şinitzel 20 euro civarındaydı yanlış hatırlamıyorsam. Ardından St Peter Kilisesine gittik, dışarıdan küçük görünen bu kilisenin içi son derece ihtişamlı ve görmeye değerdi. 

Akşamüstü ise Katedralin karşısında yer alan Do&Co Hotel'in roof'una giderek bir şeyler içtik. Ortamı son derece şık olan bu barın fiyatları diğer yerlerin bir tık üstünde, şaraplar 6 euro kokteyller ise 12-14 euro civarındaydı. Konum ve manzarasıyla buna değer bir mekan, camından panoramik Katedral ve Viyana manzarası görülebilyor. 

Salı günü Schönbrunn Sarayı'na gittik. Burası yazlık saray olduğundan şehir merkezinin biraz dışında yer alıyor, o yüzden ilk defa metroya bindik. Metro tek biniş 2,20 euro, biz 7,60'a 24 saatlik sınırsız bilet aldık. Schönbrunn Sarayı'nın özellikle bahçesi çok güzel, içinde bitkilerden oluşan labirent, hayvanat bahçesi vs var. Biz Hofburg Sarayı'na gittiğimizden buranın içine girmedik, sadece bahçesinde vakit geçirdik. Oradan metroyla Mariahilferstrasse'ye gittik, burası istiklal Caddesi gibi yaya trafiğine kapalı oldukça uzun bir cadde, illa gidilmesine gerek yok ama burada da zaman geçirilebilir. 


Kaynak:www.wien.info
Ardından bir Viyana klasiği olan Sacher Torte yemek için Sacher Otel'in altında bulunan Sacher Cafe'ye gittik. Yer olarak, Katedrali başlangıç noktası kabul edersek Kartner Strasse'nin sonunda sağ tarafta opera binasının hemen yanında. Birer tane Sacher torte yedik ve yanında yerel kahve olan Melange içtik. Pastalar 5,5 euro, kahve ise 4,5 euro civarındaydı. Sacher torteleri ününü hak edecek kadar lezzetliydi. 

Otele dönüp biraz dinlendikten sonra bloglarda gördüğüm 1516 Brewing Company isimli pub'a gittik. Benim birayla pek aram olmadığı için yorum yapamayacağım ama eşim bira konusunda uzman sayılır ve her gittiğimiz yerde yerel biraları dener, buranın kendi üretimi olan birasını çok beğendi. Yeri ise Sacher Otelin karşısındaki ara sokaklardan birinde. Viyana genelinde zaten çok fazla Türk var ama burası özellikle Türk turistler tarafından da çok tutuluyor, o yüzden konuştuklarınıza dikkat:)

Tatilin son günüde ise güne Belvedere Sarayı'nı gezerek başladık. Viyana'yı gezerken hediyelik eşya satan dükkanlarda sürekli Klimt'in Kiss isimli tablosunu göreceksiniz, bu saray Klimt, Van Gogh, Monet, Rodin gibi ünlü sanatçıların eserlerinin olduğu bir müzeye evsahipliği yapıyor. 2 bölümden oluşan sarayın Upper Belvedere kısmını gezdik biz, sanattan çok anlayan bir insan değilim ama buradaki eserler sanatsal değerlerinin yanı sıra benim gibi sıradan gözlere hitap edecek şekilde estetik ve anlaşılırdı. Sarayın kendisi ise göz alıcıydı, bence Viyana'ya gitmişken gezilmesi gereken yerlerin başında geliyor. 

Belvedere'yi gezmekten yorulan ve acıkan bedenlerimizi Cafe Landtmann'da yediğimiz muhteşem dana gulaşla ödüllendirdik. Burası Freud'un sabah kahvelerini içtiği oldukça tarihi ve bir o kadar da nezih bir restoran/cafe. Öğleden sonra gidince 2 kişi rahatça yer bulduk ve birer tane dana gulaş istedik. Et o kadar iyi pişmiş ve sosu o kadar güzeldi ki etsever bir insan olarak söyleyebilirim ki hayatımda yediğim etler arasında kesinlikle ilk üçer girer. Yanına da ekmek isteyince tam Türk usulü bayram yemeğine döndü ortalık:) Bu arada bizim gözümüz ancak doydu ama gulaşların porsiyonları gerçekten çok büyüktü, yanına küçük bir salatayla 2 kişi için yeterli olabilir. 

Kaynak: www. amazon.co.uk
Hediyelik olarak meşhur Mirabell marka Mozart çikolatası aldık, oradayken tadına bakmamıştık ancak gelince fark ettik ki çook lezzetliymiş. Yine Viyana'ya özgü içinde altın parçaları bulunan şampanyalardan aldık ailelere. Viyana hediyelik eşya konusunda oldukça pahalı bir yer, magnetler bile 5 eurodan başlıyor maalesef. 

Fark ettiğiniz üzere Viyana'ya ilişkin notlarım ağırlıklı olarak yemek ve içecek üzerine. Bizim bu tatildeki amacımız koşturmadan ve sanki o şehirde yaşıyormuşuz gibi şehri tanımaktı. Havanın mevsim şartlarına göre muhteşem oluşu da bizim bu amacımıza hizmet etti, bol bol yürüyüp bol bol yemek yedik, arkadaşlarımızla bol bol sohbet ettik. Yaşanabilecek şehirler listesine üst sıralardan girdi Viyana:)

Minik Notlar:

** Viyana'da musluk suları Alpler'den geliyor ve çok lezzetli. Biz otelde de restoranlarda da musluk suyu içtik. 

** Pazar günleri Viyanalıların işlettiği yerlerin neredeyse hepsi  kapalı, sadece Türk ya da İtalyan vb lokantaları açık bulabilirsiniz. Gezi planınızı buna dikkat ederek yapmanızı öneririm. 

** Ben daha önce gittiğimde Tuna Nehri'nin kıyısında çok güzel restoranlar vardı, bu sefer de bir akşam oraya gitmeyi denedik ama ortalıkta in ve de cin bile yoktu. O yüzden kışın gidecekseniz Tuna Nehri'ni gündüz görmenizi tavsiye ederim. 

** Biz bir türlü ayarlayamadık ama malum Viyana'nın opera ve klasik müzik konserleri meşhur. Gösteriler fiyat olarak biraz pahalı sayılabilir; biz yapmadık ama Opera binasındaki gösteriler için gösteri saatinden 1-2 saat önce giderseniz 3-4 euroya ayakta bilet satılıyormuş. 

** Telefon değişikliği nedeniyle fotoğraflara erişimim şu an için yok, o yüzden internetten bulduğum fotoğrafları ekledim. 

27 Kasım 2015

Kalyon Tırnak Eti Peelingi ve Yves Rocher El Peelingi


Kalyon'un tırnak peelingi çok uzun zamandır yazmayı istediğim ama bir türlü yazamadığım bir üründü, geçtiğimiz haftalarda aldığım Yves Rocher el peelinginden de memnun kalınca bu iki üründen sizlere bahsetmek istedim. 

Tırnaklarımla ilgili çok sorun yaşayan biriyim. Tırnaklarım çabuk kırılır, katmanlara ayrılır, üzerinde dikine çizgiler ve çukurlar vardır. Bu nedenle ucuz-pahalı pek çok ürün denedim. Bu ürünler arasında fiyat performans açısından en iyisi Kalyon markasına ait tırnak ve tırnak eti peelingi oldu. Ben bu ürünü genellikle oje sürmeden önce veya elimin görüntüsü beni rahatsız ettikçe ortalama haftada 2-3 kez kullanıyorum. Oje fırçası şeklindeki fırçasıyla tırnak etime sürdükten sonra 1-2 dakika tırnak diplerimi ve tırnaklarımı ovuyorum ve ardından suyla duruluyorum. 

Düzenli manikür yaptıran biri olarak bu ürün sayesinde manikürümün ömrü uzuyor, oje öncesi yaptığımda ise hem tırnak kenarları belirginleştiğinden oje sürmek daha rahat oluyor hem de tırnak üzerindeki pürüzler gittiğinden oje daha düzgün duruyor. 

Bu peelingin diğer bir güzel özelliği de erkekler tarafından da kullanılabilmesi. Küçük bir azınlık haricinde erkeklerin çoğu manikür yaptırmıyor ve tırnak diplerinde soyulmuş ve kimi zaman şeytan tırnağına dönüşmüş bir görüntü oluşuyor. Bu peeling o görüntüyü de hafifletiyor, hem hızlıca uygulanabildiğinden hem de krem vb gibi kalıntı bırakmadığından erkekler tarafından da tercih edilebilecek bir ürün. Fiyatı ise en son aldığımda 10 TL'nn altındaydı. 

Yves Rocher el peelingini ise yaklaşık 1 aydır kullanıyorum. İlk aldığımda gün aşırı kuıllanıyordum, şimdi haftada 2 kez yeterli geliyor. Bu peeling de elin üzerindeki ve tırnak diplerindeki ölü deriyi uzaklaştırdığından elleriniz yumuşuyor ve bakımlı duruyor. İçinde yağlar olmasına rağmen durulayınca çok fazla kalmıyor, o yüzden ben genelde gece yatmadan uygulayıp üzerine vazelin ya da Bepanthol gibi yoğun bir kremle destekliyorum. Bu peelingin fiyatı ise 15 TL idi yanılmıyorsam. 


2 Kasım 2015

Tavuklu Şehriye Çorbası


Bizim evde genellikle hastalık zamanlarında çorba pişer. Bu yıl da eşim gripten kaçamayınca klasik tavuk suyu çorba yapmak için mutfağa girdim ve o sırada eşimden yüzyılın itirafı geldi: "tavuk suyu çorba çok yavan oluyor, ben sevmiyorum ki onu"

Hal böyle olunca hem vitaminli hem de lezzetli çorba arayışına girdim ve bildiğim bütün çorba tariflerini tek bir çorbada birleştirdim. Sonuç mu? Muhteşem:)

Şimdi sıra geldi bu muhteşem çorbanın tarifine...

Malzemeler:
1 parça tavuk göğüs eti
2 yemek kaşığı tereyağ
2 yemek kaşığı un
1 yemek kaşığı domates salçası
1 yemek kaşığı biber salçası
1 orta boy kuru soğan
2 avuç arpa şehriye
1.5-2 litre su
Tuz
Karabiber
Pul Biber
Kuru Nane

Yapılışı:

** İlk olarak tavuk göğsünü bir tencerede 6-7 su bardağı su ile haşlıyoruz

** Başka bir tencerede tereyağını eritip, unu 2-3 dakika kavuruyoruz. Sonra üzerine salçaları ekleyip 2-3 dakika daha kavurmaya devam ediyoruz.

** Ardından küçük küpler halinde doğradığımız soğanları katıp kavurmaya devam ediyoruz.

** Üzerine önce 2 bardak kadar su ekleyip salça ve unu topak kalmayıncaya kadar iyice eritiyoruz. Üzerine kalan tavuk suyunu ve yetmezse eğer 1-2 bardak daha sıcak su ekleyip iyice karıştırıyoruz (ilk aşamada çok su eklemeye gerek yok, eğer koyu gelirse pişme aşamasında ve hatta ısıtırken de su ekleyip kıvamını açabilirsiniz).

** Su kaynadıktan sonra tavuk göğsünün bir kısmını didikleyip içine atıyoruz. Tüm göğüs bana fazla geldiğinden ben bir kısmını ayırıp sonrasında sandviç, salata vb başka yemeklerde kullanıyorum. 

** Tavuğun arkasından arpa şehriyeyi, tuz, karabiberi ve pul biberi atıyoruz. 

** 10-15 dakika şehriyeler iyice pişene kadar kısık ateşte ağzı kapalı kaynatıyoruz.

** Ocaktan almadan kuru naneyi de katıyoruz ve dinlenmesi için kenara alıyoruz. Servis esnasında özellikle hastayken limon ve ekstra karabiber çok iyi gidiyor. 

Belirttiğim gibi farklı çorba tariflerinin bir derlemesi, o yüzden özellikle un, salça ve soğanı kavururken görüntüsü çok lezzetli görünmüyor ama sonra su eklenince her şey düzene giriyor:) Ben hasta çorbası diye başlamıştım ama bundan sonra kışın vazgeçilmezlerinden biri olacak gibi görünüyor. 



28 Eylül 2015

Auriga Cernor XO Göz Kremi


Göz altı morluklarından müzdarip olduğumu bilen bir arkadaşım dermatoloğunun tavsiye ettiği Auriga Cernor XO kremden bahsetti. Tam da o dönemde kullandığım Bliss Fabulous Every Day Eye Cream bitmek üzereydi. Bliss'ten oldukça memnun olmakla birlikte uzun süreli kullanımlarda ürünün etkisinin azaldığına/cildin ürüne alıştığına inandığımdan yeni kremi denemek için güzel bir zamanlama oldu.

Krem, içindeki K vitamini ile dolaşım sorununu çözmeyi ve böylece morlukları gidermeyi vaat ediyor. Bu yüzden, başka nedenlerden kaynaklanan morluklara etkisi hakkında çok fikrim yok. Kremin kutusunda ürününü etkilerinin 2-4 ay arasında ortaya çıkacağı yazıyordu, ben yaklaşık 3 aydır kullanıyorum ve morluklarıma olumlu etki yaptığını söyleyebilirim. Ben en çok göz çevremdeki sarı halka görüntüsüne sinir oluyordum, onun görünümünü fark edilir şekilde azalttı. Şişliğe de iyi geliyor bence. Ben biraz tembellik yaparak 2. bir göz kremi almadım ama bu ürünün nemlendirme ve kırışıklık önleme gibi bir hedefi olmadığından, başka bir bakım kremiyle desteklenerek kullanılması göz çevresine daha iyi gelebilir.

Kremle ilgili en önemli uyarı kullandıktan sonra güneşe çıkılmaması, bu yüzden sabahları hemen evden çıkacaksam kullanmadım. 

Ürün, diğer göz kremlerine göre daha küçük boyutta. Fiyat olarak da 55-65 TL civarlarında. Ürünün tüpünün ilaca benziyor olması bende psikolojik olarak da olumlu etki yarattı. Dolaşımı iyileştirme gibi tıbbi bir iddiası olmasıyla şimdiden benim favorilerimden biri haline geldi. 

21 Eylül 2015

Dondurulmuş Soğan


Dondurulmuş ürünler artık pek çok mutfakta kullanılıyor, bu nedenle dondurulmuş soğandan da büyük ihtimalle haberdarsınızdır. Bu büyük kolaylıktan haberdar olmayanlar için burada kısaca 1-2 önerim olacak.

Yemek yapmaktan bahsettiğimiz bir arkadaş sohbetinde konu soğan doğramanın zorluğundan ve elde bıraktığı kokudan açıldı. Bir arkadaşım 6-7 ayda bir kilolarca soğanı soyup doğradığını, yemeklik olarak ayırdıktan sonra buzdolabı poşetleriyle derin dondurucuya attığını söyledi. Böylece birkaç gün evde ve elde soğan kokusuna katlanarak uzunca bir süre bu zahmetten kurtulmuş oluyordu.

Ben de bir deneyeyim dedim ve anneme pazardan soğan siparişi verdim. Annem sağolsun kızına kıyamadı ve bana hem yemeklik hem de piyazlık boyutlarda soğanlar hazırladı. Sonrasında ise kayınvalidemden dondurulmuş soğan desteği geldi.

Burada dikkat edilmesi gereken nokta, dondurulmuş soğanların çok kullanışlı olmakla birlikte buzdolabına soğan kokusu yayması. Bu yüzden evde hazırlanan soğanın önce buzdolabı poşetine, sonra bir başka poşete, sonra sıkıca kapanan bir saklama kabına konması gerekiyor. Yoksa dolabınızı her açtığınızda etrafı soğan kokusu kaplıyor maalesef. 

Birkaç ay böyle idare ettikten sonra marketlerin dondurulmuş ürün dolaplarında hazır doğranmış soğanlara rastladım. Son 2-3 yıldır da farklı markaların dondurulmuş soğanlarını kullanıyorum. En çok memnun olduğum Feast marka olanlar, hem boyut olarak daha düzgünler hem de sapı, kabuğu gibi defolu kısımları daha az oluyor. Bulamadığım zamanlarda ise çok tercih etmesem de Superfresh iş görüyor. 
Kaynak: www.feast.com.tr

Fiyat olarak paketi 2-3 TL civarında, bana en az 1 ay yetiyor. Bütçeye bir de soğan parası eklemeyeyim derseniz de evde yapılanlar da işinizi oldukça kolaylaştıracaktır. 

31 Ağustos 2015

Mercimek Köftesi


Yemek tarifi vermek konusunda, hem verdiğim tariflerin basitliğinden hem de yemek fotoğrafı çekme konusundaki beceriksizliğimden dolayı çoğu zaman kararsız kalıyorum. Diğer taraftan mutfak konusunda kendim internetten çok fazla faydalandığım ve annelerimizin gözü kapalı yaptığı şeyler için bizlerin tarife ihtiyacı olduğunu düşündüğümden belki birilerine faydam olur diye tarif paylaşmadan da duramıyorum:)

Mercimek köftesi altın günlerinin vazgeçilmezlerindendir ama bizim evde hiç yapılmadığından yine kendimi internetin kucağına atıp onlarca tarifin arasından bana mantıklı ve kolay gelenleri derleyerek aşağıdaki tarifi hazırladım. Ölçü olarak ben su bardağı kullandım ama siz ölçüyü sabit tuttuktan sonra daha az veya fazla yapabilirsiniz. 

Malzemeler: 

1 su bardağı kırmızı mercimek
1/2 (yarım) su bardağı köftelik ince bulgur
2 su bardağı su
2-3 yemek kaşığı sıvı yağ
1 baş kuru soğan
1 yemek kaşığı domates salçası
1 yemek kaşığı biber salçası
Yeşil soğan
Maydanoz
Tuz
Karabiber
Kimyon
Pul biber
Nar ekşisi

** Yıkadığımız mercimekleri bir tencerede çok hafif sulu kalana kadar orta ateşte pişiriyoruz. Mercimeklerin ezilmeye başlayıp, tane tane ağza gelmeyecek hale gelmesi gerekli. Suyunu çekmişse pişene kadar azar azar kaynar su ekleyebilirsiniz. 

** Mercimek hafif suluyken ateşten alıyoruz, bulguru ekleyip iyice karıştırıyoruz, sonrasında kapağı kapatıp 15-20 dakika demlenmeye bırakıyoruz. Bulgur ateşe değmeden suyun buharında demlenerek pişiyor, bu nedenle suyunu tam çekmemesi ve hafif sulu kalması önemli. 

** Diğer tarafta bir tavada sıvı yağda ince doğranmış kuru soğanı çok öldürmeden kavuruyoruz, sonra salçaları ekleyip 3-4 dakika daha kavurduktan sonra ılıması için kenara alıyoruz.

** Bu esnada isteğe bağlı miktarda yeşil soğan ve maydanozu mümkün olduğunca ince doğruyoruz. 1 su bardağı mercimek için yeşilliklerin toplamı 1 çorba kasesi olsa yeterli olur. 

** Büyükçe bir karıştırma kabında önce mercimekli karışım ile salçalı yağı iyice karıştırıyoruz, tuz ve baharatlarını katıyoruz. Salçayı ve baharatları karışıma iyice yedirdikten sonra yeşilliklerini ekliyoruz, yeşillikleri çok ezmeden karıştırıyoruz.

** Sonrası size kalmış, isterseniz köfte halinde sıkabilir, marul yaprakları üzerinde kısır gibi servis edebilir ya da fotoğraftaki gibi farklı sunum şekilleri deneyebilirsiniz. Nasıl servis ederseniz edin, üzerine nar ekşisi dökmeyi aman unutmayın:)

13 Temmuz 2015

Cheftopf Tencere-Tava


Son yazılarım hep gezi ve makyaj üzerine olunca mutfağı çok ihmal ettiğimi fark ettim, o yüzden bizim evin en önemli 5 eşyasından biri olan Cheftopf tavalarla sizi tanıştırmak istedim. Yazlık eve giderken eşimin "tavam da bizimle gelebilir mi?" dediği an bu tavanın bizim evdeki yerini daha iyi anladım, şeker gibi rengiyle eşimin gönlünü çoktan kazanmıştı, sıra sizde:)

İlk Cheftopf tavamı annem çok överek hediye etti, onu pilav tenceresi, büyük boy tava ve tencere takip etti. Cheftopf tavaların en büyük özelliği gerçekten yanmaz/yapışmaz olması. Omlet, krep, pilav, helva vb dibi tutacak ya da yapışabilecek tüm yemeklerde çok başarılı. Seramik tavalar ilk çıktığında hevesle Esse'nin içi beyaz olanlarından almıştım ancak birkaç kullanımdan sonra tabanından minik minik kabardı ve çöpe gitti. Bu seri de yanılmıyorsam seramik ama diğerlerinden farklı olarak içi gri ve 3 yıldan fazladır kullanmama rağmen kabarma vb bir durum olmadı.

Benim en sevdiğim özelliği ise temizliğinin çok kolay olması, çoğu zaman fırçaya ihtiyaç duymadan çöpe eğmeniz yeterli, içinde ne var ne yoksa hemen akıp gidiyor. Bulaşık makinesiyle ilgili de sıkıntı yok, ben hiç düşünmeden koyuyorum makineye. Tek kötü özelliği, tencerelerin sapları gövdenin uzantısı şeklinde olduğundan, görüntü olarak hoş olsa da mutlaka silikon tutacağı ile kaldırmak lazım, aksi halde eli yakmamak imkansız.


Kaynak: www.biev.com.tr
Annemin Ümitköy Galeria'da sürekli alışveriş yaptığı bir züccaciye vardı biz oradan alıyorduk ancak geçtiğimiz günlerde Jumbo'da da gördüm, Biev ürünlerinin satıldığı yerlerde de vardır muhtemelen, fiyat olarak da boyutlarına göre 80-180 TL arasındaydı en son. Kesinlikle tavsiye edilir.

30 Haziran 2015

Barselona'dan Kalanlar


Barselona'dan bahsetmeye başlamadan önce vize maceramızı anlatmak istiyorum. Şöyle ki şimdiye kadar her biri farklı ülkelerden olmak üzere 4 kez Schengen vizesi almış biri olarak hiç bu kadar strese girmemiştim vize konusunda.  

İspanya için Schengen vizesine VFS Global isimli bir aracı şirket üzerinden başvuruyorsunuz. Büyükelçilik sınırlı sayıda doğrudan başvuru kabul ediyor, onun için de yine aynı şirket üzerinden randevu almanız gerekli. 13 Haziran tarihli uçuşumuz için 6 Mayıs'ta VFS Global'i aradığımızda en erken 28 Mayıs için randevu verebileceklerini söylediler ki eşimle bana aynı gün randevu almak bile oldukça zor oldu, "yer yok da hiç mi yok?" şeklinde Türklüğümüzü kullanmasaydık aynı güne randevu alamayacaktık o derece:)

Evrak toplamak çok sıkıntılı olmadı, internet sitesinde oldukça açık biçimde istenen evraklar yazıyordu. Benzer şekilde başvuru esnasında da neredeyse hiç sıra beklemeden 15-20 dakikada ikimizin de işlemleri tamamlandı. Daha önceki tüm Schengen vizelerimi 2-4 işgününde aldığımdan ve ekşisözlük başta olmak üzere her yerde İspanya Büyükelçiliğinin hızlı vize verdiği yazdığından en geç 1 hafta içinde pasaportumu teslim alırım diye bekliyordum. Üzerinden 9 iş günü yani neredeyse 2 hafta geçmesine rağmen vizeden ses seda çıkmadı. VFS'nin çağrı merkezi de daha önce öyle bir şeyden hiç bahsetmemesine rağmen önce vize başvurusu 15 gün sürebilir dedi, sonra da 15 iş günü sürebilir demeye başladı. 9. gün Büyükelçiliğe Türkçe-İngilizce kibar bir e-posta gönderdim, vize sürecinin daha uzun sürebileceğinin ve yetkinin Büyükelçilikte olduğunun farkında olduğumu ancak vizenin yetişmesinden endişeli olduğumu anlattım. Tesadüf mü oldu yoksa e-posta işe mi yaradı bilmiyorum ama ertesi gün vizem hazırdı. 

Uçak biletini Maximiles kredi kartımızda biriken milleri kullanarak Lufthansa'dan aldık. Daha önce hiç Lufthansa'yla uçmamıştım, özellikle direkt Ankara çıkışlı olmasından dolayı bundan sonra ilk tercihim olacak. Ankara'dan yurt dışına çıkış yaparken hem Atatürk Havaalanındaki karmaşadan uzak oluyorsunuz, hem pasaport işlemleri 3 dakika sürüyor, daha da önemlisi iniş ya da kalkış için dakikalarca uçağın içinde beklemek zorunda kalmıyorsunuz.

Yurt dışında ilk tercihim hep Ibis Otelleri olsa da yer sıkıntısından dolayı başka bir otelde rezervasyon yaptırmak zorunda kaldık. Kaldığımız Europark Hotel gerçekten çok iyi bir tercih oldu, otel Barselona'nın Nişantaşı gibi dünyaca ünlü markalarının olduğu bir mahallesinde, Passeig de Gracia ve Placa de Catalunya gibi 2 önemli ulaşım ve etkinlik merkezine 10-15 dakika yürüme mesafesindeydi. Ayrıca  hemen yanındaki metro durağından plaj da dahil olmak üzere önemli turistik yerlere aktarmaya gerek olmadan gidebildik.

Havaalanına iner inmez 10 Euro'ya T10 adı verilen 10 binişlik kartlardan aldık. Bu kartlar Havaalanı-Passeig de Gracia arasındaki trende de kullanılıyormuş, bu sayede 1 Euro'ya otelimize ulaşmış olduk:) Otelimiz oldukça ferahtı, minibar, kasa gibi temel ihtiyaçları karşılıyordu. En önemlisi de çok merkezi bir konumda olduğu için gün içinde otele uğrayıp üstümüzü değiştirme ve dinlenme fırsatı bulduk, posamız çıkmadan rahat rahat gezebildik.

Gittiğimiz gün ilk iş olarak herkesin İstiklal Caddesine benzettiği meşhur La Rambra caddesine gittik, oradan marinaya doğru yürüyüp deniz havası aldık. Sonrasında gitmeden ismini not ettiğim Las Tarantos'ta kişi başı 10 Euro'ya Flamenko gösterisi izledik. Daha önce ODTÜ KKM'de çok güzel ve özel bir Flamenko gösterisi izlemiştim, o yüzden bana çok bir şey ifade etmedi. Bir de gösteri toplam yarım saat sürüyor, bunun 10-15 dakikasında dans var, geri kalanında gitar dinliyorsunuz. Flamenkoya meraklıysanız daha pahalı ama büyük ihtimalle daha profesyonel yerler var, araştırıp onlara gitmenizi tavsiye ederim.


Las Tarantos

Ertesi sabah alışkanlık haline getirdiğimiz üzere Sandeman's New Europe tarafından düzenlenen ücretsiz şehir turlarına katıldık. Çok iyi ya da kötü diyemeyeceğim, bilmediğim birçok şey öğrendim ama diğer taraftan rehber yeterince açık ve anlaşılır değildi, pek çok şey arada kaynadı gitti.

Günün devamında Picasso Müzesine gitme hayalimiz vardı ancak pazar günleri saat 3'ten sonra müzeler ücretsiz olduğu için kuyruk birkaç sokak boyunca devam ediyordu, beklemeyi göze alamadığımızdan müze planı suya düştü. Yemek için yine gitmeden ismine çok rastladığım 7 Portes'e gittik, isim yazdırıp 40 dakika kadar bekledikten sonra içeride bir masaya aldılar bizi. Burada bir sipariş karışıklığı yaşadık, biz  başlangıç olarak deniz ürünleri tabağı ve sonrasında 2 kişi için 1 paella sipariş etmiştik ancak onlar 2 kişilik paella olarak anlayıp ortaya kocaman bir paella getirdiler. Haliyle hesap da o oranda kabardı:) Deniz ürünleri tabağı, paella ve 1 şişe şaraba 90 Euro ödedik. Paella güzel ama biraz tadımlık, yağlı ve ağır geldi bana, başka yerde yemedik ama 7 Portes'in ortam olarak da yemek olarak da çok esprisi yok bence. Garsonları çok suratsız, sipariş vermek için 15 dakika bekledik, bu sefer tavsiye etmiyorum:)

Sonraki gün kendimizi plaja attık, metrodan Ciutadella /Vila Olimpica durağında inip halk plajına gittik. Biz sabah 10:30 gibi gidip 14:00 gibi ayrıldık plajdan, git gide kalabalıklaştı ama hiç rahatsız edici bir ortam olmadı. Sadece hırsızlık konusunda endişelendiğimiz için sırayla denize girdik, çok keyif yapamadık o konuda. Plaj kum, deniz de genellikle kum ama bazı kısımlarında girişte hafif taş alanlar var, hemen boyu geçmiyor, kirli değil ama bulanık.

Günün devamında rehberle gezerken dikkatimizi çeken Barselona Katedraline gittik. Gotik mimariyi zaten severim, bu katedral de gerçekten muhteşem. Hem dışı çok etkileyici hem de içi çok görkemli. Akşam 5'ten sonra giderseniz içerisini ücretsiz gezebiliyorsunuz, mutlaka görmenizi tavsiye ederim.



Ertesi günü ünlü mimar Gaudi'nin eserlerine ayırdık. Sabah internet sitesinden Sagrada Familia için bilet aldık ki ona rağmen en erken bilet 4 saat sonrasınaydı. İlk olarak Park Guell'e gittik, yürümeyle ilgili sorunlarınız varsa biraz sıkıntı olabilir, metrodan  indikten sonra biraz mesafe var, çok çok dik bir yokuş tırmanıyorsunuz. Farklı girişleri var anladığım kadarıyla, biz önce ağaçlar içinde toprak yollu bir yere çıktık, parkın asıl Gaudi'nin elinden çıkma kısmını zor bulduk, o esnada giriş için sıra vardı ve biz de çok yorulmuştuk, parka uzaktan el sallayıp döndük.

Meşhur Casa Battilo ve La Pedrara'ya ise dışarıdan bakmakla yetindik, içeriyi gezmek kişi başı 20-25 Euro civarındaydı ve biz maalesef kıyamadık o kadar paraya. Ama güzel sanatlar, mimari gibi alanlara özel ilginiz varsa içerisini gezmek hoş olabilir.


Sagrada Familia ise gotik mimarisiyle dışarıdan oldukça heybetli ve etkileyici. Neredeyse 90 yıldır süren inşaatıyla efsane olmuş durumda. İçerisi ise çok farklı ve oldukça modern bir mimari yapısı var. Vitraylar özellikle benim çok hoşuma gitti. Bununla birlikte ben sanırım Vatikan ya da Paris Notre Dame Katedrali gibi daha klasik heykellerin, oyma işçiliğinin olduğu yerleri seviyorum.




La Sagrada Familia


Otelde biraz dinlendikten sonra Barselona'nın gece hayatını görmek için saat 9 gibi kendimizi dışarı attık. İlk olarak Espit Chupitos isimli shot bara gittik ancak saat 22:30 'da açılacağını öğrenince hevesimiz kursağımızda kaldı. Nereye gitsek diye bakınırken son derece uyduruk, plastik masa örtüleri olan ve 23 Nisan süslemelerinden bozma kağıt fenerleri olan bir Meksika restoranı gördük ve oraya girdik. 4 Euro'ya süper mojitolar içtik burada. Gitmeden önce bir arkadaşım sangria dene ama asıl mojitoları çok güzel demişti, kesinlikle katılıyorum. Ankara'da içtiğim sangriaların içinde meyve dilimleri vardı ve oldukça aromatikti, Barselona'da ise 3 farklı yerde içtik, içinde sadece 1-2 dilim limonla servis edildi ve sıradan bir lezzetin ötesine geçemedi.

Sonra La Rambra'da bu sefer bardağı 9 Euro'ya yine fena olmayan mojitolar içtik. Bardağı gerçekten 9 Euro muydu yoksa biz menüye bakmadığımız için bizi kazıkladılar mı orası hala muamma:) Son durağımız ise Reina benzeri sahilde yer alan oldukça şık bir mekan olan Opium. Opium'a girmek normalde ilk içki dahil 20 Euro ancak ben gündüzden internet sitelerinden ismimi yazdırdığım için saat 2'ye kadar geçerli olan ücretsiz girişten faydalandık. Normalde kıyafet konusunda sıkılarmış ama salı gibi gereksiz bir gün olunca çok didiklemediler, biz de ne olur ne olmaz gömlek ve loafer ayakkabı atmıştık valize, girişte sıkıntı çıkmadı. İçerisi salı olmasına rağmen oldukça kalabalıktı, tabii biz artık yaş olarak biraz büyük kalmaya başladık club ortamlarında, yarım saat kalıp kendimizi attık dışarı. Saat 3'e doğru taksiyle otele geçtik, 9 Euro civarında tuttu.

Son günümüzde ise denizle vedalaştık, sonrası hediyelik alışverişi ve valiz toplama. Barselona'dan ne kaldı derseniz her 3 kişiden birinin köpeğinin olması ilk aklıma gelen. Allahtan hepsi eğitimli ve tasmalıydı, yoksa benim gibi köpekten korkan biri için kabusa dönüşebilirdi tatil.

Yeme içme konusunda aç kalmadık ama İtalya kadar zevk de almadık. Turistik yerler kötü diye yerel yerlere gitmeye çalıştık, bu sefer de İngilizce anlaşamadık, son gün marketten aldığımız baget ekmek ve Gouda peyniri yediğimiz en lezzetli öğündü sanırım. Marketleri ve fırın/pastaneleri çok başarılı ve ucuz, 3 öğünü de marketten alacağınız yiyeceklerle aradan çıkarabilirsiniz. 

5 Haziran 2015

Kiehl's Rare Earth Pore Refining Tonik


6-7 ay kadar önce makyajımı temizlerken elmacık kemiğimin üstündeki gözenekler dikkatimi çekti, çok belirgin olmamakla birlikte eskisine göre genişlemiş gibi geldi. Maske, serum, krem ne kullansam acaba diye düşünürken toniği günlük bakımımdan çıkarttığımı fark ettim ve tonik arayışına girdim. Kiehl's markasını daha önce duymamıştım, birkaç farklı yerde Rare Earth Pore Refining Tonik ile ilgili olumlu yorumlar okuyunca ilk Kiehl's ürünümü aldım.

Kiehl's marka imajı olarak bende olumlu bir etki bıraktı, ilgili ama bıktırmayan çalışanları, nispeten makul fiyatları ve hedefe yönelik ürünleriyle başarılı bir görüntü çizdi. Toniğe gelecek olursak ilk olarak alkollü olduğunu söylemem gerekir, içerdiği alkol nedeniyle hassas ciltler için uygun olmayabilir. Benim çok sorunlu bir cildim yok, hal böyle olunca toniğin alkol içermesi sıkıntı yaratmadı, herhangi bir sivilce, kaşıntı, kızarıklık vs oluşmadı. 

Tonik, birisi kil olmak üzere 2 fazdan oluşuyor ve kullanmadan önce çalkalamak gerekiyor. İçerisinde bariz şekilde kil olmasına rağmen ciltte kalıntı bırakmıyor. Toniği düzenli şekilde sabah ve akşam kullandım, geçen gün "ben niye gözenekleri dert etmişim ki çok belli olmuyorlar" dediğimde toniğin işe yaradığı ortaya çıktı:)

Pek çok cilt bakım ürünü gibi bu tonik de mucizeler yaratmıyor ama hem ciltteki yağ ve makyaj kalıntılarını temizlemesi, hem de gözenekleri küçültmesiyle en azından denemeye değer. 

29 Mayıs 2015

Edinburg'da Sonbahar


Londra'ya gitmek için 6 aylık Birleşik Krallık vizesi almıştık ve hazır vizemiz varken nereye gitsek diye araştırma yaparken uygun fiyatlı Edinburg bileti bulduk. Giderken THY'de biriken millerimizi kullandık, dönüşte ise çok çok uygun fiyatlı EasyJet uçuşuyla Bodrum'a geldik, sezon olmadığı için yine ucuz bir Pegasus uçuşuyla da Ankara'ya indik. Uçak konusunda tavsiyem uçuş özellikli kredi kartlarınızda, Miles&Smiles ve Pegasus Plus gibi havayolu şirketlerinin kartlarında biriken puanlarınızı ve kampanyaları düzenli olarak takip etmeniz, örneğin Pegasus Plus'ta biriken puanlarımız sayesinde kişi başı sadece 45 TL'ye Bodrum-Ankara bileti aldık.  

Burada bir de THY'nin mil programı olan Miles&Smiles için kısa bir uyarıda bulunacağım. Miles&Smiles'ta puanlar TL olarak değil, "mil" üzerinden birikiyor ve harcamalarınızı da mil üzerinden yapıyorsunuz. Örneğin Ankara-Edinburg uçuşu için 10.000 mil gerekiyor ve ekonomi kısıtlı sınıfı olarak geçen bu sınıfta eğer mil programı için ayrılan kontenjan dolu ise istediğiniz tarih veya saat için bilet alamayabiliyorsunuz. Eğer kontenjan sıkıntısı yaşamadan istediğim uçuşu seçebileyim derseniz bu sefer 15.000 mil ödemeniz gerekiyor. Miller ise sadece havayoluna ait kısmı karşılıyor, yani vergi ve harçlar için sizin ayrıca ödeme yapmanız gerekiyor. Biz Ankara-Edinburg için tek yön 210 TL civarında ekstra ödeme yapmıştık. Geçtiğimiz günlerde Miles&Smiles özellikli bir kredi kartı alan arkadaşımın bu durumdan haberi yokmuş, millerin tüm bileti karşıladığını zannediyormuş, o yüzden yeri gelmişken ayrı bir paragraf açmak istedim.

Edinburg'a dönecek olursak, biz Ekim ayı sonunda gittik, hava 6-12 derece arasında değişiyordu. Nemi ve rüzgarı da düşünecek olursak gezmek için sınırda bir havaydı, hazırlıklı gittiğimiz için sıkıntı olmadı ama daha ılık zamanlarında daha keyifli olabilir.

Bir yurt dışı klasiği olarak Ibis Hotel Centre South Bridge'de kaldık. Bu oteli kesinlikle çok tavsiye ederim, yeri muhteşemden de öte, yepyeni, tertemiz, çalışanlar her zamanki gibi güler yüzlü. Hep söylediğim gibi Ibis otelleri konforlu değil ama yurt dışı tatilleri için son derece hesaplı ve kullanışlı; varsın minibarı, terliği, dikiş seti olmayıversin diyenlerdenseniz bu alternatifi bir kenara yazın derim. 

Havaalanından şehre Airlink 100 otobüsüyle kişi başı 7 pounda geldik (gidiş-dönüş), etrafı seyretmesi keyifli ve kısa sayılabilecek bir yolculuktan sonra merkez tren garında (Waverly Station) indik. Oradan otelimiz 10-12 dakikalık yürüme mesafesindeydi. Otele eşyalarımızı atıp hemen şehrin en merkezi noktası olan Royal Mile caddesine 2 dakika yürümeyle ulaştık. Boydan boya caddeyi yürüdük, Arthur's Seat denilen şehrin en yüksek tepesine doğru tırmanışa geçtik ama yorgunluk ve soğuk nedeniyle yarıda kestik. Sonrasında Royal Mile'ın üstündeki St Giles Katedralini gezdik, merkezi olduğu için önünden geçerken girebilirsiniz ama onun dışında görmemek kayıp değil bence. Oradan otelin son derece hoş barına geçip, bir şeyler içerek günü tamamladık.

Ertesi gün Patisserie Valerie adlı bir pastanede kahvaltımızı yaptık. Londra'nın aksine burada çok fazla self servis mekan yok, güleryüzlü garsonlar size hemen yardımcı oluyor. Toplam 14 pounda eşim reçel ve çırpılmış yumurta yedi, bense kruvasanımdan vazgeçmedim ve tabii ki eşim için kahve ve benim için earl grey çay da söyledik. Çok şirin bir mekandı, ertesi gün de kahvaltımızı orada yaptık.

Sonra Londra'da olduğu gibi Edinburg'da da Sandeman's New Europe tarafından düzenlenen ücretsiz turlara katıldık. Buradaki rehberin İskoç aksanı çok hafif zorladı bizi ama onun dışında yine son derece faydalı bir tur oldu. 

Tur esnasında geçmişte oldukça sık olan cadı avı hikayelerinden, sahibi öldükten sonra mezarının başında 14 yıl boyunca bekleyen Greyfriars Bobby isimli köpekten, suçluların kulağından çivilenmesi cezasından ve tabii ki İskoçya'nın bağımsızlığını kazanmasından bahsetti rehberimiz. 2 saatte şehre ilişkin neredeyse tüm önemli olaylar kişiler hakkında detaylı olmasa da bilgi edindik. 

Öğle yemeğini Biblos'ta yedik, Londra'da sevmediğimiz fish&chips burada muhteşemdi, içkilerle birlikte 24 pound ödedik buraya. Edinburg'da gözüme çarpan şey ise insanların son derece sakin, güleryüzlü ve yardımsever oluşuydu. Restoranlar da benzer şekilde hiç kalkmadan saatlerce oturabileceğiniz kadar huzurluydu.

Sonra ver elini Edinburg Kalesi, gerçekten çok büyük ve güzel manzaraya sahip bir kale.  Pek çok farklı kuleden/bölümden oluşuyor. Çok tepede olduğundan pofidik montlar, atkılar, kulaklıklar bile kurtaramadı, soğuktan yüzümüz uyuştu, gezmediğimiz 1-2 bölümü oldu. Bir de tabii onların özgürlük mücadelesine çok hakim olmadığımızdan bazı kısımlar bizi çok etkilemedi ama İskoçlar için eminim çok özel ve etkileyicidir.  
Edinburg Kalesinden Şehre Bakış
Planlarımızda Viski Müzesini gezmek vardı ama sanırım cimri anımıza denk geldi, kapısından döndük:) Yeri gelmişken İskoçya'da viski oldukça pahalı, hiç duymadığımız markalar 40 pounddan başlıyor, azıcık aşına olduklarımız 60 pound civarında, özel olanlar ise sadece vitrinde bakmalık:) Viski içeriz ve alırız demiştik ancak elimiz boş döndük. Benzer şekilde kaşmir ürünler de öyle. Uyduruk sayılabilecek turistik bir yerden alacağınız en ucuz kaşmir atkı bile 20 pounddan başlıyor, azıcık eli yüzü düzgün bir şey olsun deyince 200 TL'yi buluyor bir atkı. O yüzden kaşmir hayallerimiz de başka bir bahara kaldı. 

İskoçya'daki son günümüzde ise otobüsle 1 saatlik mesafedeki Glasgow'a gittik. Gitmeden önce haritaya hiç bakmamıştık, nerelere gidilir diye bir araştırma da yapmamıştık, hal böyle olunca otobüsten inince bir süre nereye düştük biz şeklinde kalakaldık. Sonra kendimize bir yöne belirleyip ilerledik,  şansımıza İstiklal Caddesi gibi hareketli bir caddeye çıktık. Hemen kendimizi McDonalds'a atıp hem sıcak bir şeyler içtik hem de kablosuz interneti kullanarak nerelere gidebiliriz diye bakındık. Katedrali çok övüyorlardı ki bence övülecek kadar vardı, en çok etkilendiğim yapılardan biri oldu. Biz tabii yeri yönü çok bilemediğimiz için biraz fazla yürüdük ama değdi, farklı katlarda yer alan şapellerden oluşan devasa bir yapıydı, gotik tarzı mimarisi de beni çok etkiledi. Sonrasında TGI Friday's ve Hard Rock Cafe'de lezzetli yemekler yedik ve başarılı kokteyller içtik. 

Glasgow Katedrali
2 şehri karşılaştırmak gerekirse ben Glasgow'u daha çok sevdim. Edinburg tarihi yönü çok kuvvetli, masalsı ve sakin bir şehirken Glasgow daha çok iş ve öğrenci merkezli bir şehir. Turistik olarak Edinburg güzel olsa da yaşamak için Glasgow'un hareketli sokakları bana daha cazip geldi..

Son gün öğleden sonraydı uçağımız, sabahı İskoçya Müzesini gezerek geçirdik. İngiltere'de olduğu gibi burada da müzeler ücretsiz ve ben buna bayılıyorum:)

Biz mevsim ve zaman sıkıntısı nedeniyle katılamasak da İskoçya'ya gidecekler için Highland Turlarını çok tavsiye ediyorlar. Edinburg'un merkezi bile doğa anlamında muazzam, o yüzden güzel olabileceğini düşünüyorum. Bir de Edinburg'un ara sokaklarında "close" adı verilen, eskiden hasta ve fakir insanların yaşadığı daracık sokaklar var, akşamları bu sokaklarda farklı hayalet turları düzenliyorlar. Ben hafiften korkak olduğum için gidemedim ama korku/gerilim tarzı şeyleri sevenler için cazip olabilir.

8 Mayıs 2015

Parantez Giyim


Ailemin işinden dolayı Ankara menşeli giyim firmalarını yakından tanırım ve sıkça da alışveriş yaparım. Kullandıkları kumaşları ve işçilik kalitesini de bildiğimden bu firmaların ürünlerine oldukça güvenirim. İş hayatına girdiğimden beridir de Parantez mağazasından dönem dönem alışveriş yapıyorum, özellikle ceket, kaban gibi ürünlerini giydiğimde arkadaşlarımdan sıkça nereden aldığıma dair soru geliyor. Mağazanın sahibi babamın arkadaşı olduğundan yorum yazma konusunda kararsız kaldım ama sonuçta bu durumdan herhangi bir maddi çıkarım olmadığından ve reklam yapma gibi bir amaç taşımadığımdan sizlerle bu markayı paylaşmak istedim. 
Kaynak: www.parantezgiyim.com.tr

Markanın internet sitesine ilk kez buraya yorum yazmadan önce girdim ve farklı illerde 10'dan fazla mağazaları olduğunu gördüm. Ben Bahçelievler 7. caddenin sonundaki (6. caddeye yakın köşede) mağazalarına gidiyorum, alışveriş merkezlerinde alıştığımız mağazalara kıyasla biraz küçük bir mağaza ama özellikle iş hayatında giyilebilecek çeşit çeşit ceket-etek-pantolon takımları var. 34 beden üretmiyorlar, bazı ürünlerde 36 beden var ancak çoğu ürün 38 bedenden başlıyor. Normalde 34 beden giyiyorum ama üst giyimde beden çok sıkıntı olmuyor, birkaç ufak tadilatla ve kimi zaman kalıbına göre tadilatsız kendime göre bir şeyler bulabiliyorum. Yanılmıyorsam büyük beden ürünler de mevcut. 

Mağazada farklı tarzlara yönelik ürünler satılıyor, lazer kesim modern deri ceket de var, pullu payetli triko takım da. Ben ilk başlarda kendime göre bir şey bulmakta zorlanıyordum, sonra ben mağazaya alıştım, çalışanlar benim tarzımı öğrendi, her sezon uğrayıp abimin deyimiyle "kupon" birkaç parça alıyorum, çoğu toplantı/nikah/kokteyl vb etkinlikte beni kurtarıyor. 

Fiyatlar konusunda çok fazla bir şey söyleyemiyorum maalesef, babam sağolsun ödeme kısmını hala ona yıkıyorum:) Ürünler online alışveriş kısmında göründüğünden daha başarılı ama yine de internet sitesini incelemek isteyenler için: Parantez Giyim

2 Mayıs 2015

Kakaolu Kurabiye


Lise yıllarımdan beri Subway'in kurabiyelerine bayılırım, daha önce birkaç tarif denemiştim ama hiçbiri istediğim kıvamda olmamıştı. Aşağıda yazacağım tarifi bir arkadaşımın tavsiye ettiği yabancı bir blogdan aldım, yapımı son derece kolay ve ilk denemede bile oldukça iyi sonuç verdi. İçi yumuşacık kurabiyeleri seviyorsanız deneyin derim...


Malzemeler:
85 gr kakao
400 gr toz şeker
125 ml sıvı yağ
4 yumurta
2 çay kaşığı vanilya 
250 gr un
2 çay kaşığı kabartma tozu
1/2 çay kaşığı tuz

Üzeri için:
60-70 gr pudra şekeri





** Kurabiye yapımına başlamadan önce şekeri rondoda inceltiyoruz.

** İlk etapta kakao, şeker ve yağı mikser ile çırpıyoruz. 

** Ardından vanilyayı ekleyip çırpmaya devam ediyoruz.

** Yumurtaları teker teker ekleyip hamura iyice yediriyoruz. 

** Elediğimiz unu, kabartma tozunu ve tuzu ekleyip kaşıkla ya da varsa silikon spatulayla iyice karıştırıyoruz. Hamurdan ziyade koyu kıvamlı ve yapışkan bir karışım oluyor.

** Kabın ağzını streç filmle iyice kapayıp en az 3-4 saat dinlenmesi için buzdolabına koyuyoruz. Hatta zamanınız varsa 1 gece dolapta bekletirseniz daha fazla donacağı için şekil vermesi daha kolay oluyor.

** Hazırladığımız karışımdan kaşık yardımıyla ufak toplar alarak pudra şekeri dökülmüş bir kaseye atıp iyice pudra şekerine buluyoruz. Sonrasında elimizle hafifçe yassılaştırıp 2,5-3 cm çapında daireler halinde pişirme kağıdı serilmiş tepsiye diziyoruz. Pişerken genişliyor, o yüzden çok büyük yapmamakta ve tepsiye aralıklı dizmekte fayda var. 

Not: Kurabiyeye şekil verirken biraz zorlanabilirsiniz, elinize ya da kaşığa yapışabiliyor. En kolayı 2 kaşık kullanarak hazırladığınız hamur topunu pudra şekerine buladıktan sonra hafifçe şekil vermek. Hamurda çatlaklar olması hiç problem değil, zaten pişerken de çatlayacağı için sonrasında bir sıkıntı yaratmıyor. 



** Önceden 180 dereceye ısıtılmış fırında 11-12 dakika pişiriyoruz. Kurabiyenin dışı sert içi kek gibi yumuşak olmalı, o yüzden fazla pişirip sertleştirmemeye dikkat ediyoruz.

** Kurabiyeleri fırından çıkarınca 3-4 dakika dokunmadan tepside bekletiyoruz, aksi takdirde tepsiye yapışıyor.

** Spatulayla nazikçe aldığımız kurabiyeleri fırın telinin üstünde dinlendirip soğumaya bırakıyoruz. 

Afiyetler olsun:)

22 Nisan 2015

Bliss Fabulous Every Day Göz Kremi


İlk göz kremi tecrübem Estee Lauder Advaced Night Repair Eye idi. Satış danışmanı yaş itibarıyla kullanabileceğim ve göz altlarımda yoğun olarak görülen morlukları giderebilecek bir ürün olduğunu söyleyerek sattı ve maalesef yine bir pazarlama stratejisinin kurbanı oldum.

Krem cildime herhangi bir zarar vermemekle birlikte fayda da sağlamadı. Bir süre sonra ben de motivasyonumu kaybettim ve kullanmayı bıraktım. 1 yıla yakın süre göz için herhangi bir ürün kullanmadım ama göz altı morluklarımın iyice dikkat çekmesiyle yeni ürün arayışına girdim ve Bliss Fabulous Every Day Eye Cream kullanmaya başladım.

Kozmetik ürün alırken hem bloglarda arama yaparım hem de ürünlerin kendi sayfalarını incelerim. Bliss hakkında Türkçe çok fazla blog yoktu ama yabancı bloglarda genelde övgüyle bahsediyorlardı. Kendi sayfasında ise diğer pek çok krem gibi onlarca iddiada bulunmadan, sadece daha nemli ve aydınlık bir göz çevresi vaat ediliyordu. Tek bir kremin hem kırışıklıkları önleyip hem morlukları gidermesi, diğer taraftan da sarkmaları azaltıp şişliği alması bana pek inandırıcı gelmediğinden Bliss'e kanım ısındı ve turuncukasa.com üzerinden 90 TL civarında bir fiyata sipariş verdim.

Bliss Fabulous Every Day Eye Cream vaat ettiği gibi göz altı morluklarının görünümünü azaltıyor ve göz çevresini aydınlatıyor. Mucize yaratmıyor ama eskiden sürekli duyduğum "aa gözaltların çökmüş, çok mu yorgunsun?" yorumlarını uzun zamandır almıyorum. Bliss'i almamla göz altı kapatıcımın bitmesi aynı döneme denk geldi, 3-4 ay kapatıcı olmadan özel gün makyajları da dahil olmak üzere gayet rahat idare edebildim. 

Özellikle ilk kez göz çevresi kremi kullanmaya başlayacaksanız, hafif yapıda bir ürün arıyorsanız ya da henüz çok kırışıklık probleminiz yoksa Bliss Fabulous Every Day göz kremini tavsiye ederim.